Hayatıma yeni bir sayfa açmış olmanın vermiş olduğu mutlulukla adım atmıştım bu mavi şehre. Göz kırparak hoş geldin diyordu bu mavi şehir, açmış kollarını beni selamlıyordu. Bu samimiyeti beni biraz da olsa rahatlatmıştı.
Bu koca şehir ve ben bütün olacaklardan habersiz bir o kadar da kaygılıydık. Kaygımın heyecanıma galip geldiği ve attığım her adımın acabası içimi kemirip duruyordu. Bu belirsizlik içinde yürürken dur diyordu bir ses, dur! Acele etme, burada ruhuna iyi gelen şeyler var. Çevrende olup biteni, kaçırdığın manzarayı bekle ve gör. Bunca zaman koştun, yürümeye tenezzül bile etmedin fakat koşarak bir yere varamadığını nefes nefese kaldığında anlıyorsun.
Bu kalabalık şehirden hep koşarak uzaklaşmayı en iyi yol sanıyorsun. Oysa yıllardır düşlediğin huzurun ta kendisiydi bu mavi şehir. Mavinin bir renkten daha fazlası olduğunu ve insanı bütün bu hengamenin içinden çekip çıkardığını anlatmaya çalışıyordu bu şehir. Anlatacak çok şey vardı, dinleyecek ise mavi bir şehir.
En çok ne zaman yorulur bir insan? Ya da yorulduğunun farkına ne zaman varır? Ardında bıraktığı kalabalık mıdır onu yoran yoksa seni anladığını sanan bir yığın insan topluluğu mu? Bütün bu yorgunluğunu geçirecek ihtiyacın olan tek şey denize karşı bir bank. Anlat diyor sana bu mavi şehir anlat, ben dinlerim seni hem de hiç yargılamadan. Arada bir hırçın dalgalarımla tepki veririm o kadar. Bu da ürkütmesin seni olur mu diye uyarıyordu incitmeden. Şimdi ise bir sessizlik ve uzun soluklu bir iç çekiş… Ne de olsa gece uzundu, acelesi yoktu kimsenin.