Edirne’de demircilik, kalaycılık ve sepetçilik yaparak geçimini sağlayan Roman vatandaşlar, meslekleri teknolojiye yenik düşünce, köylerde kurdukları çadırlarda mevsimlik işçi olarak çalışıyor.
Edirne’de demircilik, kalaycılık ve sepetçilik gibi meslekler yaparak geçimlerini sağlayan Roman vatandaşların yaşamı, mesleklerinin teknolojiye yenik düşmesiyle zorlaştı. Aileler, para kazanıp hayatlarını devam ettirebilmek için göçebe hayatı yaşamaya başladı. Özelikle Uzunköprü ilçesinden yola çıkan Roman vatandaşları, bahar aylarıyla birlikte Edirne’nin hemen her köyünde kurdukları çadırlarda kalıp mevsimlik işçi olarak çalışıyor. Çadır kurulan köylerde erkekler hasat mevsimindeki buğday tarlalarında saman balyası taşıyıp, hurdacılıkla uğraşırken, kadınlar da kavurucu sıcağın altında çadırlarda yemek, bulaşık, çamaşır gibi ev işlerini yapıyor.
‘HAYATA TUTUNMANIN SAVAŞINI VERİYORLAR’
Edirne Kent Konseyi Roman Çalışma Grubu Başkanı Turan Şallı, özellikle bölgedeki Romanların alıştıkları mesleklerinin yok olmaya başlamasından dolayı yarı göçer duruma düştüğünü ifade etti. Şallı, “Esasen bu yaşam kültürün yıllardan beri devam etmesinin sebeplerinden birisi, Roman halkının istihdamda yeterince yer almadığından kaynaklanıyor. Eskiden var olan geleneksel geçim kaynakları demircilik, kalaycılık ve sepetçilik gibi buna benzer meslekler şu anda teknolojinin gelişmesiyle artık kayboldu.
Günümüzün koşullarında da iş bulmak zorlaştığından dolayı daha önceki alanlardan bir nevi yarı göçer konuma düşmüş durumdalar. Burada hayata tutunmanın savaşını veriyorlar. Bu insanlar öyle sosyal medyada görüldüğü gibi kapı gıcırtısından oynayan değil, yaşam savaşı veren insanlar. Türkiye’de romanlara yönelik yapılacak tüm politikalar bu gerçeklere bakarak izlenmeli” dedi.
‘OLANAKLAR YARATILMALI’
Romanların yaşamlarına gerçekçi sosyal politikalarla bakılması gerektiğini dile getiren Şallı, “Onların yaşam alanlarına gerçekçi sosyal politikayla yaklaşılmalı. Bu politikalar sürdürülebilir olmalı. Bu toplumun geleneksel eski mesleklerinin geliştirilmesi mümkün değil. En azından kendilerini tarıma yönlendirebilecek olanakların yaratılması lazım. Örneği devletimize ait hazine arazileri var. Bu araziler bölünerek tarımla uğraşacak Roman vatandaşlarımıza belli dönemler içerisinde kullanıma sunulabilir” diye konuştu.
‘OKULA GİDEMEYEN ÇOCUKLAR, SOSYAL BİR GERÇEKLİK’
Okula gidemeyen çocuklar için gezici eğitim alanları oluşturulması gerektiğini belirten Şallı, “Bu gördüğünüz şey çok kaotik bir ortam. Bu kaotik ortamda sosyal çözüm tabii ki çok zor. Bunu zamana yaymak lazım. Burada okula gitmeyen çocukları görüyoruz ve bu sosyal bir gerçeklik. Bu toplumun önceliği maalesef eğitim olamıyor. Hayata tutunmaları için öncelikli olarak çalışmaları lazım. Gezici eğitim alanları yaratılabilir. Köyün belli yerlerinde çocukların ders yapabilecekleri olanaklar yaratılabilir. Sorunlar en azından çözülmese de eğitimdeki eksikliklerin bir nebze giderilebileceğine inanıyorum” ifadelerini kullandı.
‘BAZI GÜNLER HİÇ KAZANAMADIĞIMIZ OLUYOR’
Eşi ve bir kızıyla mevsimlik olarak köylere gidip çadır kuran Bülent Kalaycı, “Ne iş bulursak oraya gidiyoruz. Çapaya, hurda toplamaya, samana, kasım ayına kadar ne iş bulursak yapıyoruz. Yaşamımız haliyle zor ama mecbur kaldığımız için zorluklara göğüs geriyoruz. Sonuçta buna mecburuz çünkü belli bir işimiz yok. Bazı günler hiç kazanamadığımız oluyor, bazı günler ekmeğimizi çıkarıyoruz” dedi.
‘GÖÇEBE HAYAT ZOR’
Mecburen göçebe hayatı yaşadıklarını söyleyen Yaşariye Kalaycı, “Halimizi görüyorsunuz, biz ‘buna şükür’ diyoruz. Mecburen bu hayatı yaşıyoruz, gidebileceğimiz başka bir yer yok. Makine yok, mutfak yok, banyo yok, dolap yok, her şeyimizi çadır içinde hallediyoruz. Göçebe hayat zor. Rüzgar çıkıyor mesela kapıyoruz kapıyı oturuyoruz. Çok fırtına çıktığı zaman çadırı uçmasın diye tutuyoruz. Hayalim bir evdi, keşke bir evim olsa. Mutfağımız, banyomuz olsun istiyorum” diye konuştu.
‘EVDEKİ RAHAT BURADA YOK’
Çocukluğundan beri göçebe hayatı yaşadığını söyleyen Kıymet Yanlar (78), “Çok uzun yıllardır bu şekilde yaşıyorum. Çocukluğumdan beri göçebe hayatı yaşıyorum. Hep böyle ormanda bayırda, alıştık artık. Zorluğu tabii ki var. Evdeki rahat burada tabii ki yok. Hurda topluyoruz. Yiyecek alabilecek kadar kazandık mı bize yetiyor. Hayatımız böyle geldi, böyle gidecek, yapacak bir şey yok” dedi.
Eşi tarlada çalışırken, kendisi çadırda ev işleri yapıp çocuklarına bakan Yaşariye Batan (35),”İş buldukça yapmaya çalışıyoruz. Çapaya, samana olsun gitmeye çalışıyoruz. Ben genelde ev işi yapıyorum, çocuklara bakıyorum. 4 çocuğum var. Eskiden büyüklerimiz kalaycılık falan da yaparmış ama artık o da kalmadı, bitti. Bitince biz de çapaya ve samana gidiyoruz” ifadelerini kullandı.
‘BİR GÜN TOKSAK, İKİNCİ GÜN AÇIZ’
Toplam 3 çocuğu ve 7 torunuyla tek çadırda kalan Serpil Batan (57), “Bizim yaşantımız bu. Yemek zorluğu, su zorluğu çekiyoruz. Önceleri kalaycılık yapıyorduk, çapa işi, çeltik işi yapıyorduk ama bunlar da azaldı. Bir gün toksak ikinci günü açız. Çalışmazsak hiç olmaz. Hayatımız bu. 17-18 yaşımdan beri bu göçebe hayatı yaşıyorum, 40 yıl geçmiş. Annem benden daha kötü yaşadı. Bizim kaderimiz bu şekilde yaşamak.
Güzel yaşamak isterim ben de herkes gibi. Katlarda, denizlerde yaşamak, dondurma yiyip soğuk su içmek isterim. Denizi hiç görmedim mesela. Temiz, şofbenli bir banyoda duş alıp, öğle uykusu uyumak isterdim. Sabah 11-12’de kalkmak isterdim. Burada hiçbirisi yok, güneşin altında çatır çatır yanıyoruz” dedi.
‘OKUYUP HEMŞİRE YA DA DOKTOR OLMAK İSTERDİM’
Genç yaşına rağmen kardeşlerine bakıp ev işi yapan, ilkokulu ikinci sınıfta bırakma zorunda kaldığını söyleyen Sevser Batan da (14), “İlkokul ikiye kadar okudum ama bırakmak zorunda kaldım. Artık çadırda kalmak istemiyoruz, çünkü çok sıcak oluyor, çok zorlanıyoruz. Su almaya gidiyorum, kardeşime bakıyorum, çapa işi çıktımı oraya gidiyorum. Rahat yaşayıp, okul okumak isterdim. Hemşire olmak isterdim ya da doktor. Çadıra çıkmaktan bırakmak zorunda kaldım okulu ilkokul 2’de” ifadelerini kullandı.