Türkiye’nin yaklaşık yüzde 20’sinin obezite sınırında yer aldığına dikkati çeken Genel Cerrahi Uzmanı Doç. Dr. Yaşar Özdenkaya, “Obezitenin artma sebebi paketli gıdalardır. Obezite hastalarının aldıkları her 1 kilonun dizlere ve omurgalara yaklaşık 5 kilodan fazla etkisi olmaktadır” dedi.
Medipol Mega Üniversite Hastanesi Genel Cerrahi Bölümü’nden Doç. Dr. Yaşar Özdenkaya, 20 Mayıs Avrupa Obezite Günü ile ilgili açıklamalarda bulundu. Doç. Dr. Yaşar Özdenkaya, Türkiye’de son zamanlarda obezitenin artış göstermeye başladığını belirterek “Obezite dengesiz ve fazla beslenme sonucu vücutta aşırı yağ birikmedir. Toplumumuzun yaklaşık yüzde 20’si obezite sınırında yer almaktadır. Hatta çocuklarda da obezite görülme sıklığı artmaktadır.
Bunun altında yatan neden ise düzensiz beslenme, değişen yaşam koşulları, alınan enerjiyi yakamama, uykuya yakın sürede yemek yemek gibi bir sürü alışkanlıklardır. Vücut kitle indeksi dediğimiz ideal bir kilo hesaplama yöntemimiz bulunmaktadır. Hastalarımızın vücut kitle indeksi 20 ila 25 arasındaysa ideal kiloda, 25 ila 30 arasındaysa hafif kilolu, 30 ila 35 arasındaysa orta kilolu, 35’in üstündeyse obez diyoruz. Eğer kişinin hiçbir hastalığı yokken vücut kitle indeksi 40’ın üzerindeyse morbid obez yani hastalık derecesinde kilo problemi olduğunu söylüyoruz” diye konuştu.
PAKETLİ VE ŞEKERLİ GIDALARDAN UZAK DURUN
Paketli gıda tüketiminin obeziteye davetiye çıkardığına dikkati çeken Doç. Dr. Özenkaya, şöyle devam etti:
“Obezitenin artma sebebi paketli gıdalardır. Günümüzdeki her şeyin tadını arttıran madde olarak kullanılan şeker, çoğu paketli gıdanın da içinde bulunmaktadır. Şeker, insan vücudu için çok zararlı bir maddedir. İnsanlar şekeri fazla yediğinde enerjiyi harcayamadığı için kilo olarak depolanmaktadır. Her şeyin sınırında bırakılması gerekmektedir. Obeziteden korunmak için bölünmüş bir beslenme şekli olması lazım. Örneğin akşamları fazla yenilen yemeğin sonucu hareketsizliği ve kilo almayı getirmektedir. Bu bir enerji yüklemesi olarak vücutta kalmaktadır.
Ertesi gün de kahvaltı yapılmıyorsa öğlen yoğun yemek yenmemelidir. Yani bir öğüne çok yüklenmemek lazımdır. Hafif beslenmeyle enerji takibi yapmaya gerek yoktur. Eğer aktif bir hayat yaşıyorsanız yüksek enerjili de beslenebilirsiniz. Açlık hissi geçtikten sonra yemekten zevk alma kısmı bizlere problem yaşatmaktadır. Bir insan yemekten zevk alıyorsa ve kilo problemi varsa kilo vermesi zorlaşmaktadır. Tedavi sürecinde yemekten zevk alma problemini ortadan kaldırmak için beslenme düzeni sağlanmalıdır.
Beslenme içeriğini düzenlemek için diyetisyenlerle eş zamanlı çalışıyoruz. Hastalarda içerik ve enerji miktarı düzenlenmiyorsa bunun içine biraz fiziksel aktivite artışı ve sosyal çevre değişikliği yaptırabiliyoruz. Bunların dışında birtakım medikal ilaçlar var. Kilo verme süreci tek denemede uygulanıp vazgeçilecek bir şey değildir. Sonuç almak için düzenli şekilde bunları uygulamak gerekmektedir.”
BİRÇOK HASTALIĞA DAVETİYE ÇIKARIYOR
Doç. Dr. Yaşar Özdenkaya, morbid obeziteyle birlikte hastada birçok problemin görülebileceğine değinerek, şu ifadeleri kullandı:
“Hastalık derecesinde kilo problemi olan yani morbid obezite hastalarımızda uyku apnesi, vücutta deri katlanmalarına bağlı yara, eklem kireçlenmesi, tansiyon, diyebet, adet problemleri, infertilite gibi problemler daha sık görülmektedir. Bu nedenle vücut kitle indeksi 35’in üzerindeki hastalara müdahale edilmesi gerekmektedir. Şuan için Dünya’da kilo değerlendirmesi olarak kullanılan en ideal yöntem vücut kitle indeksidir. Mesela aktif spor yapan ve vücudunu irileştiren bir insanda kas kütlesi arttığı için yağa göre sınıflandırma pek yapılmıyor.
Sonuç olarak insan vücuduna bakıldığı zaman kilolu olup olmadığını anlayabiliyoruz. Obezitenin dış görünüm harici, cilde olumlu bir katkısı var çünkü cilt altı yağ dokusu dolu olduğu için cilt gergin görünüyor. Obezite hastalarımızda kilo verimi sonrası cilt altındaki yağ dokusu azalır ve kırışmalar ortaya çıkar. Ama aldıkları her 1 kilonun dizlere ve omurgalara yaklaşık 5 kilodan fazla etkisi olmaktadır.
Kişi eğer çok kiloluysa dizlerdeki ve omurgalardaki yıpranmalar hızlanır ve iskeletin formu öne eğilerek bozulur. Obezite kemik erimesini hızlandırır ve kişinin hareketlerini azalttığı için kilo alımını daha da kolaylaştırır. Obezite sadece cilt veya eklemlere değil saçtaki dökülmeyi ve kafa içi basıncı da artırmaktadır. Şiddetli bağ ağrıları, migren, meme, rahim ve kolon kanserlerinde artış risklerini beraberinde getirmektedir.”
TÜM YÖNTEMLER DENENDİKTEN SONRA CERRAHİYE BAŞVURULMALI
Obezite cerrahisinin herkese uygun olmadığının altını çizen Doç. Dr. Özdenkaya, şu bilgileri verdi:
“Obezite cerrahisi için en az 5 yıl belli bir kilonun üzerinde olmak gerekmektedir. Örneğin son 1 yılda 20 kilo verdim ameliyat olmak istiyorum diyen kişilere cerrahi önermiyoruz. Öncelikle hastaların diyetisyen eşliğinde sağlıklı beslenme şekli ve sporu denemesini şayet tüm yöntemleri uygulamasına rağmen başarılı olamazsa cerrahiyi düşünmeleri gerekmektedir. Obezite cerrahisi, uygulanan yöntemlerin cevap vermemesi sonucu uygulanması gereken diğer bir yöntemdir.
Obezite cerrahisinde en sık kullanılan yöntem tüp midedir. Bu yöntemin tercih edilmesi Dünya’da yüzde 70’lere kadar çıkmaktadır. Tüp mide ameliyatında mideyi küçük muz şekline getiriyoruz, uygulaması kolay, başarılı, sistemin gıda akışkanlığında bir sorun yaratmadığı için emilim problemi oluşturmuyor. Dolayısıyla bu yöntemi cerrahların yarısından fazlası kullanmaktadır. Tüp mide ameliyatıyla bir kişinin yemeğini kısıtlıyoruz.
Ayrıca By-Pass yöntemleri de var. Belirli aşamalarda ince bağırsaklar devre dışı bırakılıyor. Hiçbir cerrahi yöntemin ömür boyu ve yüzde 100 başarılı olma durumunun olmadığına dikkati çekmeliyiz. Bu hastalar ameliyat sonrasında istediği kilolara yüzde 90 ila 95 oranında iniyorlar. 3 ila 5 yıl geçtikten sonraki zaman diliminde yemek ile ilgili sorunlarını çözemedikleri için tekrar kilo alabiliyorlar. Ameliyat sonrası kilo alıp vermek tamamen hastanın elinde olan bir şeydir.”