14 Mayıs’ta seçimin ilk turu yapıldı, pek çok itiraz ve tartışma var. Ancak bu tartışmalar sürerken ben farklı bir noktaya da dikkat çekmek istiyorum çünkü pek çok kişi bunu gözden kaçırıyor. O da bütçedeki açık.
Şunu söyleyerek başlayayım: Türkiye ilk kurulduğu zaman Osmanlı’dan kalan borçların da etkisiyle bütçe açıklarından korktu ve sıkı bir mali disiplin ile hareket etti o dönemin bürokrasisi. Zaman içinde bu uygulamalardan vazgeçildi ve bütçe açıkları verilmeye başlandı. Bu bütçe açıkları ile ilgili beklentiler oluşturulur ve bütçe açığının da belli bir büyüklüğü geçmemesi hedeflenir (buradaki ideal rakam ile ilgili farklı tartışmalar olsa da genelde GYSH’nin %5’ini geçmesi tehlike %10’unu geçmesi ciddi sorun olarak yorumlanır.). Bu yılki bütçe açığı hedefi de 660 milyar TL.
Fakat, Nisan ayı itibari ile 382.5 milyar TL’ye dayandı bu bütçe açığı. Üstelik henüz depremin tam maliyetini hissetmedik, seçim harcamaları bunun içine katılması, tarafların ağzından oy almak için bal damladı (ve bunların hepsinin de bir maliyeti var, siz memura zam dediğiniz zaman bunu cebinizden değil bütçeden veriyorsunuz).
Dolayısıyla en geç yaz sonuna doğru ek bütçe teklifi meclise gelecek. Peki bunun bizim için önemi ne?
Bu bütçenin finansmanı gökten zembille yağmıyor. Bunun için kamunun borçlanmaya gitmesi gerekiyor (iç borçlanma ya da dış borçlanma). Kamu borcu da son yıllarda sürekli olarak artıyor. Kamu borcunun artması da bir noktadan sonra ödemeler dengesi krizini (yani borçları ödemek için yeterli finansman bulunamaz.) kaçınılmaz kılar yani 2001 krizinin aynısı. Bu sürecin sonunda da fatura halka kesilir.
Dolayısıyla seçim sonucundan bağımsız şekilde acilen bütçe disiplininin tekrardan sağlanması gerekiyor ki ekonomik krizin halka yansıması daha az olsun. Peki bu mümkün mü? Çok zor ama imkansız değil.