“Tekbir” hem büyük bir güç kaynağı hem de bir manevi rahatlama aracıdır. Tekbirin tarihi sürecini ve toplumda yarattığı yankıları, manevi rahatlama hissini ele alarak objektif düşünmeye yönelelim.
Yaşadığımız depremin sonunda birçok insanımızı kaybettik, kaybetmeye de halen devam ediyoruz. Neredeyse bir Hollanda büyüklüğündeki alanda deprem etkisini gösterdi. Çarpık yapılaşmanın, özverisi eksikliğinde verilmiş imar izinlerinin de etkisiyle bu etki katbekat arttı. Enkazın altında feryat eden bir çocuk, annesini kurtarmak için acı içinde çığlık atan bir kadın, enkazda soğuktan donan insanlar vb. Birbirimize kenetlenmiş vaziyette yardımlarla uğraşıyoruz tüm Türkiye olarak. Petrol Ofisinden Nef Vakfına, BİM markerlerden yerel belediyelere kadar sivil toplum kuruluşlarımız, özel şirketler, devlet kurumları ve insanımız canla başla mücadele ediyor, seferber oluyorlar.
Bir kısım da suçlayacak birilerini ararken, siyasi çamur kampanyalarıyla menfaat devşirmeye çalışarak boy gösterirken yeni bir malumat da “tekbir seslerine” gösterilen tepkiyle geldi. Bir elektronik yayın kuruluşunun genel yayın yönetmeni yaralılar kurtulurken tekbirlerle slogan atanlardan rahatsız olmuş meğer…
Neden? Konuşulacak acılar varken, verimli bir şekilde yardımları ulaştırma planları yapmak varken tekbirlerden neden rahatsız oluyorsunuz? Tekbir seslerini, Allah’ı yüceltmeyi siyasi bir slogan olarak algılayıp felaket zamanı bile laik-dindar tartışmasını kaşıyarak halkı ihtilafa düşürmek ne büyük bir vebal! Orada yaralılarını bekleyen dindar vatandaşların aklından zerre kadar politika geçtiğine inanmıyorum. Kurtulan dostlarının simalarını görmeleriyle kalplerinden gelen bir coşkuyla hamd ü sena edip inandıkları Allah’ı yüceltmişlerdi. Olay bundan ibaret, daha fazlası yok.
Çanakkale savaşında şehitlerimiz Allah’u Ekber diye savaşmadılar mı? Erzincan depreminde, Gölcük Depremi, Van Depremi vb. Bütün yaşadığımız milli felaketlerde insanlar tekbir getirmediler mi? Ruhani bir motivasyon sağlamadı mı bu kelime milletimize? 1731’de Kabakulak İbrahim Paşa, Patrona Halil’in artıkları isyancıları nasıl ortadan kaldırdı? Halkı sancak-ı şerif altında tekbirler eşliğinde isyancılara karşı mücadeleye davet ederek elbette! Sene 1826, 2.Mahmut sancak-ı şerifi eline alarak halkı tekbirler eşliğinde Yeniçeri zulmünü bitirmeye çağırmadı mı? 250 senedir halka kan kusturan, 2.Osman, 1.İbrahim gibi padişahları katleden, devlete paralel şekilde sızan, padişahların planlarını bozan yeniçerileri tekbirler olmasa hangi teşvikle bitirecektik? Milletimizin her dönüm noktasında temel taşı “Tekbirler” olmuştu.
Tepki gösteren kardeşler, sizleri de anlıyorum. 1960’da A.B.D eliyle Komünizmle Mücadele Derneği ile irticai faaliyetlerin temeli atılmış, kapitalist olmayanlar dinsiz ilan edilmeye başlanmıştı. 80 darbesiyle gelen Batı destekli irticanın ülkemize sokulması, Kenan Evren’in Kuran ile miting yaparak siyasal İslam’ı ülkeye sokarak bugünlere getirmesinin etkisini halen yaşıyoruz. Gazeteler satmasın, insanlar okumasın diye SEKA kâğıt fabrikasında 39 ton kitap, dergi ve gazete imha edildi. Din istismarcıları, cemaatlerin yıldızı parlatıldı. O yüzdendir ki sizi çok iyi anlıyorum, tekbirleri defalarca politikaya alet ettiler, ülkede yaşayan gayri-Müslimler görmezden gelinerek sadece Müslüman halk hitap alındı.
Laik kesime karşı bir silah olarak kullanıldı. Mahmut Ustaosmanoğlu’nun cenazesindeki sarıklı cübbeli vatandaşlar “Bizim sarıklardan korkmuşlar, elhamdülillah!” diyerek sevinç naraları attılar. Geçenlerde ismi zikredilmeye lüzum olmayan bir “hoca”, sabah namazında hoparlörden son ses açtığı vaazından rahatsız olan mahalleliye karşı cemaatini kışkırtarak “Allah’u Ekber!” diye bağırmalarını gururla izlemişti.
Bu yüzden hassasiyetinizi anlıyorum ama zamanlaması çok ama çok yanlış sevgili dostlar. Ne yeri ne de zamanı… Ben inanırım veya inanmam, bu benim Kierkegaard’ın da tabiriyle, öznel hakikatimdir. Kimseyi bağlamaz, kimsenin inancı da beni alakadar etmez lakin böyle bir felaket vakti halkının çoğu Müslüman olan bir ülkede halkı psikolojik olarak rahatlatacak ruhani birtakım besinlerin olmasının bir sakıncası olmamalıdır. Zira insanın aciz kaldığı, birbirine muhtaç olduğu, kayıp verdiği şu durumda kudret-i İlahiye’ye müracaat etmesi en doğal haktır.
“Tekbir” hem büyük bir güç kaynağı hem de bir manevi rahatlama aracıdır. Tekbirin tarihi sürecini ve toplumda yarattığı yankıları, manevi rahatlama hissini ele alarak objektif düşünmeye yönelelim. Tepkinizi doğru yerde doğru zamanda gösterebilirsiniz, insanlar acı çekerken ruh hallerinden ve ağızlarından çıkan sözleri baz alarak değil. Hem yapıcı hem de kucaklayıcı bir topluma giden ilk adımı atmış olursunuz böylelikle.
Sevgiler ve selamlarla…