Eski zaman günlerinden eser kalmayan ve artık rayından çıkan ahlaksız insan topluluğu, gelen yeni gün zevklerinin peşinde, kerevetine üç elma daha düşmeden elmanın lezzetini hesaplamaya başlamış. Düşen elmaları ağızlarını şapırdatarak yiyenler, ölenlerin başına gelip “uçtu uçtu kuş uçtu” diye başlamışlar dans etmeye…
Evvel zaman içinde kalbur saman içinde, develer top oynarken, eski hamam içinde… Horozlar tellal iken, pireler hamal iken, ben anamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken, anam düştü beşikten, babam düştü eşikten.
Çok çok öncelerden, eski zamanlar dediğimiz günler varmış. Bu eski zamanlarda insanlar birbirlerinin gözlerinin içine bakar, nasılsın dendiğinde gerçekten nasıl olunduğun cevabı verilirmiş. Hatır sormanın da raconu, kötüyüm diyene el ayak olmakmış hasılı.
Türlü türlü yemişleri, türlü türlü huyları olan bir iklimde yaşarmış insanlar. Gelen her misafire daha kapıdan kolonya servis ederlermiş. Şimdi ki gibi köpüren sabunlar nerede… Mikroplar daha kapıdan dökülürmüş ellerden. Yeni nesil ne bilsin, umumi tuvaletlerden sonra neden kolonya verildiğini. İşte hep o eskiden denilen zamanlarda kalmış o işler. Bir de misafire ikram edilen Türk Kahvesi neden suyla servis edilir, eski neneler hep anlatırmış.
“Adettendir, yavrum…”
“İyi de nene, neden?”
“Misafir önce kahveyi içerse bilirdik ki acıkmıştır. Önce suyu içerse toktur.”
“Niye sormuyordunuz açık açık nene, aç mısınız diye?”
“Edep yavrum, illa edep.”
İşte bu edep denilen kavram gün geçtikçe silinmeye başlamış; boş boğazlığı özgüven, patavatsızlığa açık sözlülük, hadsizliğin yerine özgürlük denmeye başlamış. Öğretmen öğrencisinden korkar, hekim doğru bildiğini halka anlatamaz olmuş. Tüm insanlar hem öğretmen, hem doktor, hem inşaatçı, hem hakem, hem mükemmel anne, hem de her şey mühendisi oluvermiş. Bilginin değeri, cahilliğe satılmış. Edebin ki ise basitliğe.
E tabi zamanın akrebi yelkovanı ne yapsın?
Denginin dengine denk getiremediğinden, koy vermiş kendini. Sonra akışa bırak demiş ve rahatlatmış kendini. Yeni bir kavram öğrenen yeni zamanın insanları ise motto denilen bir kavram keşfetmiş ve adına “akışa bırakmak, anı yaşamak” demiş. Ama bu rahatlık zamanla onları çizgisinden çıkarıp utanmaz bir hale getirmiş. Her şeyi hakkı gibi gören, tüm ahlaksız işleri modern hayat çerçevesi içinde anlamlı kılmayı başarmış. Bir, iki derken herkes kendinde bir hak görerek kendi nefsini ayyuka çıkarmış.
Eski zaman günlerinden eser kalmayan ve artık rayından çıkan ahlaksız insan topluluğu ise, gelen yeni gün zevklerinin peşinde, kerevetine üç elma daha düşmeden elmanın lezzetini hesaplamaya başlamış. Kalan üçü beşi ise herkes adına utanmaktan, kahrından ölmüş. Düşen elmaları ağızlarını şapırdatarak yiyenler, ölenlerin başına gelip “uçtu uçtu kuş uçtu” diye başlamışlar dans etmeye…
Vay halimize…
Bir varmış, bir yokmuş, Allah’ın deli kulları çokmuş. Bizden daha delisi, hiç yokmuş. Çok demesi pek günahmış. Azdan çoktan, hoppala, hoptan. Sana bir mintan yaptırayım, çerden çöpten. İlikleri karpuz kabuğundan, düğmeleri turptan. Zaman o zaman idi. Bit bineğim, pire yedeğim idi. Dan topuzum, çavdar kalkanım idi. Bir tüfeğim var idi. Ayran ile doldurur, şerbet ile ateşlerdim. Çıkardım dağlar başına. Bre, bre! der gezerdim.
Yetmiş karga ayağa kalkardı. Ağa geliyor diye. Bre ağalar, bre beyler! Eliften beye çıktım. Seğirttim köye çıktım. Çobandan kaymak yedim. Ağadan değnek yedim. Değneği kuşa verdim. Kuş bana kanat verdi. Çaldım kanadı yere, uçup gittim göklere. Baktım bir has bahçe. İçinde sular akar. Oturmuş çeşme başında iki güzel bana bakar. Büyüğüne selam verdim, küçüğüne tutuldum….
Vay ki ne vay geldiğimiz hale…
Sevgilerimle…