Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın, “Düşünce, felsefe, tarih ve bilim tarihini kadim Yunan ile başlatmak Avrupa merkezli bakış açısının bir yansımasından ibarettir. Tarih perspektifi o kadar önemli ki bizim bu manada tarihi yeniden yazmamız gerekiyor” dedi.
Erciyes Kültür Merkezi’nde düzenlenen programa, Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın, Vali Gökmen Çiçek, Büyükşehir Belediye Başkanı Memduh Büyükkılıç, ERÜ Rektörü Prof. Dr. Mustafa Çalış ve öğrenciler katıldı. Programda konuşan Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın, geçmiş dönemlerdeki moderniteye değinerek, “Modernite 17 ve 18’inci yüzyılda Avrupa’da aydınlanma düşüncesiyle ortaya çıkan yeni bir dünya tasavvurunu ve medeniyet anlayışını temsil ediyor.
Etkileri itibarıyla Avrupa’nın dışına çıkıp bütün dünyanın tarihini, entelektüel, siyasi, kültürel, ekonomik tarihinin seyrini değiştirmiş büyük bir dönüşümden bahsediyoruz. Bu sadece Avrupa’nın yakın coğrafyasında değil Hint, Çin ve Afrika medeniyeti gibi dünyanın değişik bölgelerini de derinden etkilemiş bir tarihi süreç. Burada tabii onlarca yazar, filozof, bilim insanı ve siyasetçinin ortaya koyduğu çalışmalarla modernite dediğimiz son derece dinamik bir süreç ortaya çıktı” diye konuştu.
Modernitenin özelliklerini anlatan Kalın, “Modernitenin diğer özellikleri arasında akılcılığa ve gelenek karşıtlığına yaptığı vurgunun önemli olduğunu tespit edebiliriz. İnsanın temel hakikat yolculuğundaki temel kılavuzunun akıl olması gerektiği, aklın dışında hiçbir şeyi referans almaması gerektiği tezi aydınlanma düşüncesinin temel kalkış noktalarından bir tanesidir.
Diğer bir nokta ise gelenek karşıtlığıydı. Zira aydınlanma ve batı modernitesi yeni bir başlangıç yapmak için gelenek bağını koparma, yeni bir milat başlatmak ve bunun içinde kendinden önceki bütün dönemleri karanlık çağ olarak tanımlamak zorundaydı. Aydınlanmanın, batılı modern düşünürlerin karanlık çağ diye tanımladığı dönemde yani 11, 12, 13 ve 14’üncü yüzyıllar karanlık olduğu için değil aydınlanma kendisini bir büyük uyanış, güneşin doğuşu, hakkın hakikatini bütün insanlık üzerine ışıması olarak tanımlamak zorunda olduğu için kendinden önceki bütün dönemleri karanlık çağ olarak tanımlamış oluyor” dedi.
‘SANATIMIZA VE DÜŞÜNCEMİZE AVRUPA MERKEZLİ PERSPEKTİFTEN BAKIYORUZ’
“Aslında bu tarihlendirme bizim tarihimiz açısından da ayrı bir sorun teşkil ediyor. Zira tarihçilerin Avrupa merkezli tarih perspektifinden hareketle ileri sürdüğü karanlık çağ tezi tekabül ettiği dönemlere baktığınız zaman bu İslam medeniyetinin en zirve yıllarıdır” diyen Kalın, “11, 12, 13, 14 ve 15’inci yüzyıllar İslam düşüncesinin ve medeniyetinin zirve yaptığı dönemlerdir.
Aklınıza gelebilecek İslam medeniyetinin bütün büyük düşünürleri, filozofları, bilim insanları, şairleri, mimarları, şehir planlamacıları, siyasetçileri ve siyaset bilimcileri bu dönemde ortaya çıkmış. İnsanlığın tarihini değiştirecek birikimi ortaya koymuşlardır. Kalkıp bu döneme, pırıl pırıl güneş gibi dünyayı aydınlatan bu döneme karanlık çağ demek, orta çağ demek ancak ve ancak Avrupa merkezli tarih perspektifinin hezeyanlarından birisi olarak görülebilir. Fakat biz halen zihnimizde Avrupa merkezciliği aşamadığımız için kendi tarihimize dair kendi kültürümüze, sanatımıza ve düşüncemize Avrupa merkezli perspektiften bakıyoruz” diye konuştu.
‘FELSEFENİN BAŞLANGICI OLARAL MEZOPOTAMYA VE MISIR’I İŞARET EDERLER’
Ders kitaplarının Avrupa merkezli hazırlandığını söyleyen Kalın, şöyle devam etti:
”Halen ortalama bir ders kitabını aldığımız zaman tarih, felsefe, sosyoloji ve bilim kitabını aldığınız zaman bilim ve düşünce nerede başladı, diye hafif bir incelediğinizde bilimin, mantığın, düşüncenin Yunan’da başladığı, medeniyetin adeta Batı’dan ortaya çıkıp tekrar Batı’ya doğru akan bir nehir olduğu, onun dışındaki bütün medeniyet birikimlerinin, İslam medeniyeti, Hint medeniyeti, Çin medeniyeti gibi o büyük nehre düşmüş küçük bir şerhten olduğu tasavvuru zihinlerimize o kadar yerleşmiş ki sanki Eflatun’dan önce Sokrates’ten önce insanlık düşünmüyordu, felsefe yoktu, bilim yoktu gibi bir yanılsamanın içindeyiz. Halbuki kadim Yunan düşünürlerini ve Eflatun’u okuduğunuz zaman ‘bizim dönemimiz felsefenin bittiği dönemdir’ derler.
Felsefenin başlangıcı olarak Mezopotamya ve Mısır’ı işaret ederler. Eflatun ve Sokrates’in eserlerinde, konuşmalarında kadim Mısır’a yapılan referansları düşündüğünüz zaman asıl gerçek felsefenin ve düşüncenin bu coğrafyadan kadim Yunan’a geldiğine dair bizzat kendi Yunanlıların kendi şehadetlerini görürsünüz. Dolayısıyla düşünce, felsefe, tarih ve bilim tarihini kadim Yunan ile başlatmak Avrupa merkezli bakış açısının bir yansımasından ibarettir. Tarih perspektifi o kadar önemli ki bizim bu manada tarihi yeniden yazmamız gerekiyor. Avrupa merkezli tarih kalıplarının dışına çıkarak, kendi tarihimizi, kendi terimlerimizle, kendi dönemlendirmelerimizle ve kendi yaklaşımlarımızla yeniden yazmamız gerekiyor”