Pardon, ne olmuş imparator kapısına?.. Tarih olmuş Mayıs 2022.
Sabah olup uyanma vakti geldiğini, nabzımdan anlayan robotum Ruhi’nin, küçük tekerleklerini hızlıca çevirerek yanıma yaklaşmasından anlamıştım. Ruhi’nin cızırtılı sesi kulaklarıma geldiğinde, dün geceden bir tatil rüyası ayarladığım, rüyacı cihazının devreden çıkmasıyla günün başlamıştı. Düğmeme basılmış gibi birden sinirlendim. Ben Avrupa tatili olarak programlamıştım onu, ama o bana İskandinav rüyası sunmuştu. Yazılımını güncellemeyi o zaman unuttuğum aklıma geldi. Hala küfür edebilir özelliğimi koruduğumu bildiğimden Ruhi’nin ses algıları tanımlayamasın diye diye sessizce küfür ettim.
“Günaydın efendim. Bugün tarih Mayıs 2, hava 26 derece, yağmur yağma olasılığı yüzde 20. Saat 07.30”
“Ruhi, senin sesini de değiştirmeliyim. Annemin sesini ayarlamalıyım mesela, yoksa kablonu kopartacağım. Beni bu kadar sinir bozucu kaldırma demedim mi?”
“Benim kablom yok efendim.”
“Sanırım kendi kişiliğini kazanıyor bu robot.” Daha çok sinirlenmeden kalkmalı ve güne başlamalıydım. Kahvaltımı ederken haber dinlemeyi seviyordum, beni ancak bu keyiflendirirdi.
“Ruhiiii… Haberleri açar mısın?…”
Sırayla ekrana düşen haberleri gözlerimle tararken, haberler arasından tepki vermekte zorlandığım bir habere denk geldim. Oturduğum yerden kalkarak, gözlerimi kıstım. Tüm dikkatimi verdim.
AYASOFYA CAMİİ’NİN İMPARATOR KAPISINI YEDİLER.
“!!!”
“Ru-hiiii, su getir su. Boğazımda bir şey kaldı galiba.”
Gülmemeliyim, hayır… Hayır, gülmek yok…
Şaşırmamalıyım…
Ağlamalıyım… Ağlamalıyız sanırım. Acımalıyız ya da. Bilemiyordum.
Haber devam ediyordu tabii. Görevlinin röportajda “İnsanlar burayı kutsal sayıyor; turistler, yerli insanlar… Farklı dinlere mensup olanlar… Oradan geçerken ellerini sürtüyorlar. Bazıları hatta oradan parça koparıp ağızlarına atıyorlar” dediğini duyduğum an arkama yaslanıp camdan dışarı baktım.
Gelmemiz gereken yer ile insanlığın hala medet umduğu şeylerin arasındaki uçurumda kaybolmuştum. İnsanlığın en eski en kadim kültürlerinin, bizim teknolojiden daha üstün bir teknolojiye sahip olduğunu ve aslında yaşadığımız çağın teknolojisinin ve insan algılarının en kapalı olduğu zamanın bizim çağımız olduğunu söyleyen uzmanların ne kadar haklı olduğunu bir kez daha anlamış bulundum.
Okullarda hiyerarşik sırayla, homosapien modelinde; taşı, bakırı, tekerleği, ateşi keşfederek bu yolculuğa başlamış ve günümüze yapay zekayı bularak ışık hızını yakalamaya çalışan gelişmiş insan modeline kadar gelen uydurma bir gelişim süreci öğretiliyor. Kurgulanmış eğitim modellerinden de ancak bu kadar eğitim çıkıyor. Ama insan dediğimiz primat her zaman bu modele uymayarak arada bir kapı yiyerek ezberleri bozuyor.
Gülmeyelim, ağlamayalım, şaşırmayalım da. Uyanalım.
Bu sistem; artık tüm kültürlere, tüm dinlere, tüm kuşaklara işlemiş durumda. Fen derslerinde insanlığın gelişimi, sıfırdan yükseliş devresine son teknolojik safhada olan bir eğride öğretiliyor. Artık çıkartalım bu yanlış bilgiyi kafalarımızdan ve kitaplardan.
İnsanlık tam donanımla gelmiş, zamanla bilgileri yozlaşmış ve helak olmuş; tekrar yükselmiş ilerlemiş Nuh’un gemisine çıkmış ve tekrar düşüşe geçmiş eğride varlığını sürdürüyor. Uyanmalıyız artık, bize diri bir uyanış gerek.
Düşüyoruz.
Uzaya uydu göndermiş, insan kopyalamış, yapay zekayı üretmiş olabiliriz. Ama şuan ki geldiğimiz nokta asla bir Sümerli bilim adamlarının matematik ve astronomi bilgisine, Şamanların doğa bilimini akıllı ve verimli kullanmasına ulaşamaz. Bu yüzyılda ister Avrupa, ister Amerika olsun hiçbir ülkede adalet sistemi yine eski medeniyetlerdeki hukuk sistemi gibi işlemiyor. Dünya artık asla adil bir yer değil.
Dolayısıyla en ilkelden en medeniye giden bir eğride var olmuyor insanlık. Düşe kalka gidiyor kendi elleriyle getirdiği sona doğru.
Düşüyoruz.
Yine bugün; hangi din olursa olsun, hiçbir din adamı İbrahim (a.s.)’e verilen ilmin arkasından gidecek kadar bilgili değil. Adem’den İbrahim’e, Musa’dan, İsa’ya, Davud’tan (a.s.) Muhammed’e (sav) hiçbiri kapı ellemedi ve yemedi. Kutsal diye yüzüne gözüne sürmedi, içmedi, yemedi, giymedi.
Bugün geldiğimiz noktada kapıya yüz göz sürüyor ve yiyorsak, bence hissedilen tek duygu “UTANMAK” olmalı.
Sevgilerimle…