TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Simone Kaslowski, “Tüm demokrasilerin bel kemiğini oluşturan eğitimli kentli nüfus büyük bir baskı altında kaldığında beyin göçü hızlanıyor ve yoksullaşıyoruz. ” dedi.
Küresel çapta yaşanan gelişmelerin dinamikleri değiştireceğini aktaran Kaslowski, “Kaygımız; Türkiye’nin bu dönüşüm anına ve dünya ekonomisinde gördüğümüz enflasyon artışına, tedarik zincirlerinin yeniden kurgulanmasına ve iklim değişikliğine karşı geliştirilen yeşil dönüşüm taleplerine hazırlıksız yakalanması” dedi.
Türkiye Sanayici ve İş İnsanları Derneği’nin (TÜSİAD) Olağan Genel Kurulu bugün İstanbul’da gerçekleştirildi. Toplantının açılışı konuşmalarını TÜSİAD Yüksek İstişare Konseyi Başkanı Tuncay Özilhan ve TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Simone Kaslowski tarafından yapıldı. TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanlığı’na ise TÜRKONFED Başkanlığı görevinde de bulunan Orhan Turan önerildi.
“KUZEYİMİZDE SONUÇLARI 10 YILLARA DAYANABİLECEK BİR SAVAŞ SÜRÜYOR”
Açılış konuşması için kürsüye ilk olarak İlhan Özilhan çıkarken, daha sonra kürsüye TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Simone Kaslowski geldi. Katılımcılara son kez Yönetim Kurulu Başkanı olarak hitap ettiğini hatırlatan Kaslowski, “Türkiye’nin geleceği ile ilgili umutlarımı diri tuttum. Yönetim Kurulu olarak 2018 yılındaki Rahip Branson krizinin ardından kırılganlaşan ekonomik durumlarda göreve başlamıştık. İletişim çabalarımızı kesintisiz sürdürdük. Kuzeyimizde sonuçları 10 yıllara dayanabilecek bir savaş sürüyor. Yeni yol haritalarının çizilmesi gerekiyor” dedi.
“KAYGIMIZ, TÜRKİYE’NİN HAZIRLIKSIZ YAKALANMASI”
Pandemi ve Rusya ile Ukrayna arasındaki savaşa vurgu yapan Kaslowski, “Dünyamızda 30-40 yıla hakim olan dinamiklerin değişeceğini görebiliyoruz. Değişim köklü olacağından şüphemiz yok. Bu değişimleri iyi anlamak ve yönümüzü iyi belirlemek zorundayız. Ekonomisi güçlü olmayan ülkelerin dünyadaki etkisinin daha da azalacağı bir yere doğru gidiyoruz. Kaygımız; Türkiye’nin bu dönüşüm anına ve dünya ekonomisinde gördüğümüz enflasyon artışına, tedarik zincirlerinin yeniden kurgulanmasına ve iklim değişikliğine karşı geliştirilen yeşil dönüşüm taleplerine hazırlıksız yakalanması.
Tüm dünyada kalkınma politikalarında dijitalleşmeyle birlikte çevreci ve kapsayıcı bir dönüşüm gerçekleşiyor. TÜSİAD bu konuyu hep gündemde tuttu ve yön gösterici raporlar yayınladı, çalışmalar gerçekleştirdi. Türkiye bu treni de yakalayabilir. Burada büyüme ile kalkınma arasındaki farkın altını bir kez daha çizerek ekonomik tablomuzu değerlendirmek istiyorum. Herkese yoksullaştıran büyüme kavramını hatırlatmak isterim. Katma değeri düşük teknolojik olmayan ürünlerle ya da ticarete tabi olmayan sektörlerde büyüyebilirsiniz ama kalkınma gerçekleşmez.
Aksine hızlı büyüme adına attığınız bazı adımlar toplumumuzun fertlerini yoksullaştırabilir. Yerine konulamayacak kaynaklarınızı tükettikçe bu yoksulluğun derinleşmesinin koşullarını hazırlarsınız. Son dönemde Türkiye elindeki tüm rezervlerini hızla eritmekte. Bunların kısa sürede yeniden biriktirilmesi hiç de kolay olmayacak. Döviz rezervlerimiz yanı sıra; su orman ağaç zeytinlik ve insan kaynağı rezervlerimizi tüketiyoruz. Susuzluğun yaratacağı göç, ormansızlığın getireceği çölleşme, en yetişkin ve beceriye sahip insanlarımızın yurt dışına gitmesiyle oluşacak çoraklaşma ekonomiyi düşünürken en başta aklımıza gelen unsurlardan sayılmalı” dedi.
Kaslowski açıklamalarının devamında şu ifadelere yer verdi:
“Yüksek enflasyon beklentisi içinde döviz kurundaki belirsizlik ve rezerv erimesi nedeniyle maliyet hesabı yapamayan öngörüde bulunamayan bir özel sektör ancak acil durumla ilgilenebiliyor. Bunu aşmamız gerektiğine samimiyetle inanıyorum. Kurumsuzlaşma afetinin hızla giderilmemesi ve kurumlara güvenin hem yurt içinde hem de uluslararası alanda yeniden tesis edilmemesi durumunda işimizin misliyle zorlaşacağına kuşku yok. Türkiye’nin gelişmişlik düzeyde bir ekonomide ucuz emeğe ve düşük standartlara dayalı ihracat yoluyla kalkınma modeli uygulanamaz. 21. yüzyılın piyasa ve teknoloji gerçekleri ucuz emekten çok yetişmiş ve iyi eğitimli iş gücüyle verimlilik üzerine inşa edilmiş ekonomileri öne çıkarıyor.
“DÜNYA DA TEKNOLOJİ DE TİCARET DE DEĞİŞİYOR”
“Dünya da teknoloji de ticaret de değişiyor” diyen Kaslowski, “Tutulamayacak seviyelere gelmesinden kaygı duyduğumuz enflasyonla mücadelede üç ayaklı bir yaklaşımı benimsememiz gerektiğini dile getirdim. Birincisi para politikamız. Zamanlaması yanlış genişlemeci para politikaları, dövizde piyasa ritimleri sık sık oynamak ve eldeki rezervleri rasyonel şekilde kullanmamak enflasyonun yükselmesine ilk aşamada sebep olan unsurlar. Bu yaklaşımı sürdüremeyeceğimiz aşikar. İkincisi maliye politikasının, para politikası ile uyumunun sağlanması vergi ve teşvik politikalarının bugünkünden farklı kriterlere göre düzenlenmesi. Üçüncüsü ise; enerji, gıda gibi kritik sektörlerde uzun vadeli etkiyi gözeterek üretimi verimli kılan, arzı destekleyen yapısal değişimler yapabilmektir” diye konuştu.
“KUZEY’DE YAŞANAN DRAM TEMEL GIDADA İTHAL BAĞIMLILIĞINI GÖZLER ÖNÜNE SERDİ”
“Hemen hepimiz Türkiye’nin gıdada kendine yeten dünyadaki 7 ülkeden biri olduğunu duyarak ve bunun gururuyla büyüdük” diyen Kaslowski, açıklamasının devamında şu ifadelere yer verdi:
“Bugünkü gerçeğimiz bana çok hazin geliyor. 1990’da 54 milyonluk nüfusla buğday üretimimiz 21 milyon tondu. 2020’de nüfusumuz 84 milyona çıktığında üretim 17.7 milyon tona düştü. Kuzey’de yaşanan dram temel gıda ürünlerinde ithal bağımlılığını tüm çıplaklığı ile gözler önüne serdi. Soya, ay çiçek yağı, bitkisel yağlar, ekmeklik buğday ve yem bitkilerinde Rusya ve Ukrayna’dan yapılan ithalat ülkemiz için hayati önemde. Gerek TL’deki değer kaybı gerek dünyadaki enflasyon ve tarım ürünlerinde savaşın da etkisiyle hızlanan fiyat yükselişi ailelerin gıda bütçeleri üzerinde ağır baskı yaratıyor.
Sonuçta özellikle kentli, orta ve yoksul sınıflar çok zor durumda kalıyor. Makro ekonomik dengelerimizi bir an önce sağlık bir noktaya getirdikten sonra sanayide olduğu gibi tarımda da kapsamlı bir yeniden tasarım ve yapılanma çabası içine girmek zorundayız. Dövizimiz var diyerek ithalatla sıkıntılarımızı giderme imkanlarımızın giderek daraldığı bir konjonktüre çoktan girdik. İyi ki Türkiye’nin reel kesimi bu derece esnek ve dirayetli. Ekonomi politikalarında yapılan tüm hatalara rağmen üretmeye devam ediyor. Şirket ve banka bilançoları da faiz politikasına ve enflasyona rağmen çok iyi yönetiliyor. Sadece para ve maliye politikalarında doğru adımları attığımızda dahi makro ekonomik dengeleri düzeltme yönünde hayli bir mesafe kat etmiş oluruz.”
“BEYİN GÖÇÜ HIZLANIYOR VE YOKSULLAŞIYORUZ”
“Krizde ayakta kalmak kadar hangi bedelleri, hangi kaynakları harcayarak ayakta kaldığınız da önemlidir” diyen Kaslowski, “Öngörülememezlik sürekli kural değişikliği geleceği hesaplamayı zorlaştırıyor. Daha da vahimi tüm demokrasilerin bel kemiğini oluşturan eğitimli kentli nüfus büyük bir baskı altında kaldığında beyin göçü hızlanıyor ve yoksullaşıyoruz. Bu bağlamda ülkemizin göz bebeği olan köklü eğitim kurumlarının gelenekleri ve kapasiteleriyle korunması ve modern çağın gerekliliği doğrultusunda gençlerimizi yetiştirmeye devam edilmesini çok önemli görüyoruz” dedi.
“AB’DE YAŞANAN JEOPOLİTİK DÖNÜŞÜM TÜRKİYE AÇISINDAN DA ÖNEMLİ SONUÇLAR YARATACAKTIR”
Otoriter sistemler arasındaki rekabetin derinleşeceğine vurgu yapan Kaslowski, “Son krizin en belirgin sonuçlarından birisi, bugüne dek ekonomik gücüne koşut bir stratejik kimliğin sorumluluğunu yüklenmek istemeyen Avrupa Birliği’nin dünya sahnesine stratejik bir aktör olarak çıkmasıdır. Sağ popülist iktidarlar zayıflarken, güçlü tek lider rejimleri de Putin’in savaşı diye görülen bu son gelişmedeki tablo nedeniyle prestij ve etki kaybetmiştir. Avrupa Birliği’nde yaşanan jeopolitik dönüşüm Türkiye açısından da önemli sonuçlar yaratacaktır. Ancak halen derin bir kriz içindeki AB-Türkiye ilişkilerinin yalnızca jeopolitik nedenlerle düzeleceğini beklemek yanlıştır. Yeni dönemin demokratik ve otoriter sistemler arasındaki rekabet ve hatta mücadelenin de derinleşeceği bir dönem olması ihtimali yüksektir” dedi.
YABANCI YATIRIMIN HATIRI SAYILIR BİR KISMI AVRUPA ÜLKELERİNDEN GELMEKTEDİR
Kaslowski, “Başta Avrupa Birliği olmak üzere, transatlantik ortaklarımız ile ilişkilerin gelişmesi için, Türkiye’deki hukukun üstünlüğü, yargı bağımsızlığı, bireysel haklar, düşünce ve ifade özgürlükleri gibi konularda silkelenmek, hızla restorasyona gitmek ve ülke demokrasisini tahkim etmek gerekecektir. Bunlar yapılmadığı taktirde hem ekonomik hem stratejik olarak yeni konjonktürün bize sunduğu fırsatlardan yeterince yararlanamayabiliriz. Unutmamalıyız ki, ülkemiz Avrupa ekonomik havzası içindedir, ticaretinin önemli bir bölümü AB ile yapılmaktadır ve yabancı yatırımın hatırı sayılır bir kısmı da Avrupa ülkelerinden gelmektedir. AB’nin ise Türkiye’ye yaklaşımında perakendeci yaklaşımdan vazgeçerek, ilişkilerin sağlam ve sağlıklı şekilde yeniden rayına oturması için çalışması ve yaratıcı olması gerekecektir” açıklamasında bulundu.
İSTANBUL SÖZLEŞMESİ MESAJI
İstanbul Sözleşmesi’ne ilişkin de açıklama yapan Kaslowski, “Demokratik toplumların kendi hatalarından dönme imkanına sahip olduklarını gözlemledik. Kendini yenileyemeyen, eleştiriye açık olmayan, inatlaşan sistemler sonunda kırılır. Demokratik toplumlar ise esner ve yeni şartlara uyum sağlamayı becerir. Cumhuriyet’in nihai ideali de budur. Bana göre Cumhuriyet ilkelerinin en çarpıcı unsurlarından birisi kadın haklarına yaklaşımıdır. Türkiye’nin her yerinde kadınların verdikleri mücadeleyi, başarılarını, aşmak zorunda kaldıkları engelleri, üzerlerindeki baskıyı, çığırından çıkmış bir şiddet dalgası karşısındaki kararlı direnişlerini görüyoruz. Başta İstanbul Sözleşmesine geri dönülmesi olmak üzere kadınları güçlendirecek her adıma hep önem veren TÜSİAD’ın bu bayrağı hiç düşürmemesi gerektiğine inanıyorum” ifadelerini kullandı.