Bir film ve bir şarkıdan söz edeceğim sizlere. Filmin adı Pandoranın Kutusu, Yönetmeni Yeşim Ustaoğlu. Bazı filmler izlediğiniz andaki yaşadıklarınızla çakışınca başka türlü etki ediyor.
Doğup büyüdükleri topraklar olan Karadeniz’deki Küre Dağları’nın yamacındaki evde tek başına yaşayan annelerinin (Nusret) kaybolduğu haberini alan birbirinden kopuk üç kardeşin baba evine gelmeleriyle başlıyor film. Pandora’nın Kutusu açılıyor. Her biri farklı sosyal statülerde olan kardeşlerin şehir hayatı içindeki kayboluşlarına da tanıklık ettiğimiz filmde baştan sona bir kayboluş hiyakesi var. Hayata dokunan filmlere imza atan, izleyiciyi boşlukta bırakmayan bir dinginlikle sakin sakin derdini anlatan filmleri var Ustaoğlu’nun. Olgusal gerçeklikleri, doğa, şehir ve benzeri görüntülerle tüm estetik boyutuyla sinemasında bir araya getirip hayata dokunuyor.
Pandora’nın Kutusu; dupduru, gerçekçi, çarpıcı… Filmi izledikten sonra Kavaklar ve sarmaşıklar derken buldum kendimi. Kavaklar baba, anne, büyükanne, büyükbaba; sarmaşıklar da çocuklardı.
***
Metafor sever misiniz? Hayatın normal akışında koştururken pek de farkına varılmıyor, yoğun zamanlarda ya da en depresif, sıkıntılı zamanlarda da pek uğramıyor.
Metafor nedir? Sözlük anlamı; bir ilgi veya benzetme sonucu gerçek anlamından başka anlamda kullanılan sözlerdir. Bir şeyi kaybediyorken, elinden bir şey gelmezken, kendi dinginliğinde durumu sindirmeye çalışırken; izlediğin bir filmle, dinlediğin bir şarkıyla ya da okuduğun bir kitapla kısaca melankolik bir haleti ruhiyedeyken çalar kapımı metafor.
Pandora’nın Kutusu filmini izledikten sonra göğe doğru uzayıp giden dimdik ayakta duran kavaklar ve sarmaşıklar geldi gözümün önüne. Sıra sıra dizilmiş, hepsi aynı boyda aynı heybette kavaklar.
Babamdı benim kavak ağacım, annemdi… Her zaman dimdik, sert esen rüzgarlara güçlü gövdesiyle direnen, hayatımın kıyısında sıralanmış kavaklarım… Ben, kardeşlerim ve çocuklarımız da kavakların köklerine sarılmış sarmaşıklardık. Çoğalarak büyüyen, kesip atmadıkça yerini kolay kolay bırakıp gitmeyen, su verdikçe daha da çoğalarak coşup tutunduğu yeri sarıp sarmalayan sarmaşıklardık…
Kavaklar ve sarmaşıklar, Pandoranın Kutusu filmini izledikten sonra farklı bir anlamla zihnimde canlandı. Nusret rolünü oynayan Fransız oyuncu Tsilla Chelton, Karadeniz’in Küre Dağları’nın karşısındaki iki katlı evinde yalnız yaşarken, aklının iplerini çözer ve onu terk edip dağlara giden kocasını aramaya gider.
İstanbul’a haber uçar, modern demeyeyim de metropol hayatının içinde kaybolmuş iki kadın ve bir erkek annelerini bulmak için , köklerine geri gelirler. Kavaklarının gövdesinden çoktan kopan sarmaşıkların yani çocukların alzehimer teşhisi konan Nusret’i bulmalarıyla pandoranın kutusu da açılır. Kutudan çıkanlar eksisiyle artısıyla hep insana dair duygular; aile olmakla olmamak arasında sıkışmış kişilerin bunalımları, sürtüşmeleri, yalnızlıkları, iletişimsizlikleri, suçluluk duyguları gibi gibi… Konformizm idealiyle gerçekliklerinden koparak köklerini kaybetmiş insanların savruluşları.
Kavaklar ve sarmaşıklar bir de kökler… Nusret’in büyük kızı Nesrin’in (Derya Alabora) oğlu Murat’ın (Onur Ünsal) anne babasından kaçarken, anneannesi Nusret ile karşılaşması, onunla kurduğu bağ, çocuklarının bile hissetmediği aidiyeti, sahiplenmeyi torunun hissetmesi durumu da oldukça etkileyici bir unsurdu.
Pandoranın Kutusu’ndan insanlığa dair her şey çıktı, tüm yalınlığıyla, gerçekçiliğiyle hiç şaşırtmadı. Bozulmaya her zaman müsait iki yüzlü aile yapısına vurgu yapan yönetmen, izleyiciye de kendisiyle yüzleşme imkanı sağlıyor. Filmin aldığı ödülleri ve katıldığı festivalleri tek tek saymayayım. Linkliyorum. Buradan bakabilirsiniz.
Yeşim Ustaoğlu’nun Pandoranın Kutusu filmini izledikten sonra zihnimde ortaya çıkan kavaklar ve sarmaşıklar metaforumu umarım iyi izah edebilmişimdir sizlere.
Sizin de metaforlarınız var mı? Varsa salın gitsin, yazın bitsin. Zihninizde tutmayın, not edin, kaydedin…
***
Yazının başında bir de şarkıdan bahsedeceğim size demiştim. İzlediğim bir film sonunda çalan bir şarkı, ben ilk kez dinledim. MUBİ film platformunda izlediğim filmin adı Körkütük (DRUK) filmin adı. Film efsaneydi, Mad Mikkelsen’in oyunculuğu muhteşemdi falan ama son sahnedeki şarkı ve Mikkelsen’in dansı müthişti. Tamam sözü uzatmıyorum, ‘What a life’ şarkının adı, Scarlet Pleasure söylüyor. Dinlemenizi şiddetle tavsiye ederim, hiç dinlemediyseniz…