Dava Yavuz olmaktı birine, yavuz gibi sevmekti belki de, Hafsa Selim’ine, Selim devletine…
Zamanlıca; dilden dile dolaşan efsanelerde,
Sadece yapılan harplerden, akıtılan kanlardan bahsedilmezmiş.
Bir zamanlar…
Bu anlatılan masalların anlattıkça gerçek olduğunu söyleyen yaşlı ihtiyarların yanında,
Anlatacak hikayeleri olmayanların, gerçekleri anlattıklarına şahit olanlar olmuş.
İşte o efsanelerden birinin yolu Sultan Selim’e de çıkmış; bir zamanlar…
Derler ki;
Selim, Hafsasız yağmurda ıslanmaya cesaret edememiş koca ömründe;
Hilafeti almış, cihanı ardına katmış da; bir ceylanın gözünde esir kalmış.
Küçükmüş de yüreği evvelce, sonra büyümüş.
Güneşi yağan yağmurda kalmış, lakin dinmemiş ateşi.
Yavuzmuş ya koca Sultan, ama gitmiş minik avuçlu bir Hafsa’yı sevmiş.
Demiş; “Besmelesiz mi başladım ismine? Doyamıyorum seni görmelere…”
Birine Yavuz olmaktı dava, yavuz gibi sevmekti belki de
Hafsa Selim’ine, Selim devletine…
Yar;
Fani ömrümün diğer yönüydü adın; diğer deyişle iki durak ömrümün,
Biri tanıdığı, biri gittiği gün boğazımda düğüm.
Sende “yavuz” olmaktı, dilim cennet istesin diye sanki gördüğüm.
İstediği kadar yağsın yağmur Yavuz’a
Ah, o gözlerinde ıslanan yâri var ya;
Sen benim alt alta dizdiğim cümlelerime bakma.
Dokunduğu yerden yakıyor kelimeler yüreğimi, sonra ellerimi.
Nasıl birbirinin aynısı olabilir, özlemek ve ölmek? Gitmek ve dönmemek…
“Ey gam!
Ayrılık gecemde beni öldürme, sabaha kadar sabret.”
Ey mühürlü sevdasının dibinden sıyırdığım yar,
Sen bendeki sevdayı, dağ gibi Yavuz’a sar.
Nasibindeki tek hecesine sevdalı,
Hayalleri hasretten kabuk bağlamış o şanlı Selim’e sar.
Ah,
Sevdam
Can çekişlerim
Dua halim
Sabırım
Bekleyişlerim
Dumana karmış benliğim
Burnumun sızısı
Canımın paresi
Her sözüm vücut bulmuş seni anlatırken,
Nasıl senden uzağa koyarım kalemimi?
Sevdam katip işi değil, uçamadıktan sonra o kelimeler neye yarar?
Büyük Selim dizerken inci inci,
Benim de sensiz kelimelerim solar;
Can verir, YAVUZCAM…
Yol uzun, yar
Hayat zor
Yaşamak meşakkatli.