4 kadın akademisyenden 8 Mart Dünya Kadınlar Günü açıklaması: “Kadın camdan bir tavan ile baskılanıyor”.
8 Mart Dünya Kadınlar Günü vesilesiyle Türkiye’de ve akademide kadının yerini Altınbaş Üniversitesi’nin dört kadın dekanı bir araya gelerek değerlendirdi. Hukuk Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Leyla Ateş, İktisadi, İdari ve Sosyal Bilimler Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Dilek Şirvanlı Özen, İşletme Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Zeynep Özsoy ve Güzel Sanatlar Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Nurcan Perdahcı, toplum içinde kadının camdan bir tavan ile engellendiği ve olması gerekenden çok daha fazla çaba sarf etmek zorunda kaldığı değerlendirmelerini yaptılar.
Hukuk Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Leyla Ateş, akademide kadın yönetici olmanın hayatına kattıklarına değinerek, “Bir kadın olarak kendinizi ispatlamak için daha çok çalışmanız gerektiği de bir gerçek. Hukuk alanında bu eşitsizliği gözler önüne sermek üzere, Anayasa Mahkemesi üyeliğinin en yüksek kademelerden biri olmasına rağmen ülkemizde bir tane bile kadın üye bulunmamasını örnek olarak gösterebiliriz” diye konuştu.
İşletme Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Zeynep Özsoy, kadın erkek sayıları başta eşite yakınken, profesörlüğe geçtiğinizde oranın yüzde 33’e düşerek, yüzde 67 oranda kadının aleyhine değiştiğini vurguladı. Rektör sayılarına bakıldığında kadın oranının sadece yüzde 8 olduğuna dikkati çeken Prof. Dr. Zeynep Özsoy, “Halbuki profesör sayısı kadar bunun eşit olması gerekiyor. Kadınların yoğun çalıştığı sektörlere baktığımızda da kadın yönetici oldukça az. Bankacılık ya da eğitim alanında da yönetimde kadının neredeyse olmadığını görüyoruz. Türkiye’de çalışan kadın oranı, OECD ülkeleri arasında yüzde 29 ile en düşük seviyelerde. “Camdan Tavan” olgusu her yerde. Profesyonel iş hayatında olduğu gibi, üniversite dünyasında da bunu açıkça görebiliyoruz” açıklamalarında bulundu.
“KADEME ARTTIKÇA KADIN ORANI AZALIYOR”
İİSB Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Dilek Şirvanlı Özen ise aslında kadın- erkek olarak mesleğe eşit oranda başlandığını ancak piramidin üstelerine doğru çıkıldığında kadın oranının azaldığını dile getirdi. Konuyla ilgili gerçekleştirdiği “Az mıyız? Çok muyuz? Yok muyuz?” isimli araştırmasında tespit etmiş olduğu verilerin oldukça çarpıcı olduğunu dikkat çeken Prof. Dr. Dilek Şirvanlı Özen, “Alt kademe yani araştırma görevlilerine bakıldığında oransal olarak neredeyse eşit. Devlet ve vakıf toplam üniversitelerde araştırma görevlisi olarak çalışan kadınların oranları yüzde 51 iken erkeklerin oranı yüzde 49’dur.
Dr. Öğretim üyesi olarak bakıldığında üniversitelerin genelinde kadın/erkek oranının yüzde 44’e, yüzde 56 olduğunu görüyoruz” diyerek istatiksel verileri paylaştı. Bu noktadan itibaren makasın açılmaya başladığını belirten Prof. Dr. Dilek Şirvanlı Özen, “Doçentlik aşamasında kadın oranı daha da azalmakta ve yüzde 40’lara gerilemekte. Profesörlüğe gelindiğinde ise kadın oranı yüzde 34’lerde” dedi.
Üniversitelerimizde kadın dekan oranı yüzde 18 civarında iken; kadın rektör oranımız, Zeynep Hocamızın da dile getirdiği, gibi sadece yüzde 8. YÖK’ün en az bir kadının, Rektör Yardımcısı olması talebine karşılık YÖK’ün kendi genel kurulunda bile 23 üyeden sadece 1’i kadın. Şu anda da ÜAK yönetim kurulunda 12 üye arasında 1 kadın bulunuyor. Bu süreçte ne oluyor da birlikte çıkılan bu yolda oranlar kadın aleyhine bu kadar değişiyor?” değerlendirmesini yaptı.
Güzel Sanatlar Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Nurcan Perdahcı ise kadının sanattaki yerine değindi. Kadınların çok güçlü olduğunu belirterek, “Akademide Hocam olan Prof. Adnan Çoker, kadının doğa tarafından kutsanmış muhteşem varlıklar olduğunu, erkeğin güçlü göründüğünü ama asıl gücün kadında olduğunu söylerdi” dedi.
Sanatta kadının yeri konusuna bakıldığında ise; Linda Nochlin’in, 1971 de Artnews’da yayınlanan “Neden Hiç Büyük Kadın Sanatçı Yok?” başlıklı yazısı ile feminist sanat tarihi üzerine araştırma, çalışma sürecinin başladığını, 20. Yüzyıla gelinceye değin kadın sanatçı sayısının çok az olduğunu belirtti.
Prof. Dr. Nurcan Perdahcı, “20. Yüzyılın getirdiği düşünce özgürlükleriyle birlikte kadın sanatçılar konumları ve üretimleri ile varlıklarını kabul ettirdiler. Nesne olma durumundan özne olma durumuna evrilen kadın bu uğurda büyük emek ve süreç sarf etmiştir” dedi.
Perdahcı; Türkiye’de “Kadın Sanatçı”lar üretimin her alanında, aşamalarında sıradışı mücadelelerle kendilerini var etmişlerdir. Sanata ve üretime katkı sağlayan her yaratıcı süreci “insan” olma ortaklığında görebileceğimiz günlerin çok yakın olmasını dilerim” diyerek konuya sanatsal bir bakış açısı getirdi.
“HER KADININ BU CUMHURİYETE VE ATATÜRK’E BORCU VAR”
Prof. Dr. Nurcan Perdahçı, “Sanatkar, toplumda uzun çaba ve çalışmalardan sonra alnında ışığı ilk duyan insandır” sözlerini söyleyen ulu önder Atatürk sanata ve sanatçıya çok önem vermiştir. “Cumhuriyetin ilk yıllarına bakıldığında Türkiye’nin ilk kadın seramik sanatçısı olan Füreya Koral’ı örnek olarak alabiliriz. Mensubu olduğu köklü Şakir Paşa ailesinin yedi sanatçısından biri ve Ulu Önder Atatürk’ün yakın arkadaşı Kılıç Ali’nin de eşidir. Kendi ağzından dinleme şansımın olduğu yaşam öyküsünde, sanatıyla gündeme gelen, Atatürk’ün yanında mavi çinili piposuyla sohbetlere katılan genç, güçlü bir kadın.
Fahrünnisa Zeid, Aliye Berger gibi Çağdaş Türk Sanatı’na damga vurmuş kadınların olduğu bir aileden gelmesinin yanısıra Atatürk gibi bir devlet adamının yakınında olması onun sanatçı kişiliğini derinden etkilemiştir” diye konuştu. Dilek Şirvanlı Özen, tüm Türk kadınlarının Atatürk’e ve Cumhuriyet’e borcu olduğunu ifade ederken, Prof. Dr. Leyla Ateş ise, bu noktada eğitimde fırsat eşitliğinin önemine değindi, “O dönemde sadece elit bir zümrenin ulaşabildiği eğitim hakkını, Atatürk’ün her kesime hak tanımasıyla kadınlarımız da bilim basamaklarını tırmanmaya başladı” dedi.
“KADIN, TOPLUMSAL BASKI NEDENİYLE KENDİ KENDİNİ SUSTURUYOR”
Dilek Şirvanlı Özen, toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin etkilerine de değinerek, “Biraz kendi özeleştirimizi de yapmak durumundayız. ‘Kendi kendini susturma’ dediğimiz bir kavramın devrede olduğunu görüyorum. Biz kadınlar olarak öne çıkmaktan çekiniyoruz. Bu da sosyalleştirilmemizdeki yanlılıktan kaynaklanıyor” dedi.
Kadından toplumsal rollerinin hepsini yerine getirmesi beklendiğini belirten Dilek Şirvanlı Özen, “Üst düzey yönetici olmak ağır bir iş, ancak erkek diğer rollerinden sıyrılarak buna konsantre olabiliyor. Toplum bunu normal karşılıyor. Oysa kadının anneliği de eşliği de evlatlığı da gelinliği de devamlı sorgulanıyor. Kadın, tüm bu roller içinde, bu rollerini de layıkıyla yerine getirerek, kariyerini yapmak zorunda. Yani kadının kariyerinde ilerlemesi, bir şeylere rağmen gerçekleşen bir durum.
Bu rollerin herhangi birindeki zafiyet göstermesi durumunda toplum kadına hemen “sen iyi bir eş ya da anne değilsin” duygusu yaşatılıyor. Ancak erkeklerden böyle bir beklenti yok. Bunu en iyi karı- koca akademisyenlere baktığımızda görüyoruz. Birlikte başlamalarına rağmen genelde kadın akademisyen kocasından 1-2 kademe geriden geliyor” değerlendirmesinde bulundu.
Leyla Ateş ise “Aslında günlük hayatımızda birden fazla alanda mücadele etmeyi öğrendiğimiz için ‘ben zaten bunu yapıyorum’ diyebiliyorsunuz. Dekan olunca da bu değişmiyor. Akşam misafir de ağırlıyorsunuz, makale gönderilecek ise hazırlıyorsunuz, o sırada çocuk okuldan gelecek, ödevleri olacak. Onlarla da ilgileniyorsunuz” diyerek görüşlerini dile getirdi. Zeynep Özsoy ise OECD verilerine göre kadın erkek ev içi iş yükünün dağılımını Türkiye’de çok eşitsiz olduğunu belirterek; “Kadınlar ev işlerine 5 saatin üzerinde vakit ayırırken erkeler 1,5 saat dahi harcamıyorlar. Bu durumun Türkiye’yi OECD ülkeleri arasında 5. sıraya yerleştirdiğini” belirtti.
“YÖNETİMDE EN AZ 3 KADIN OLMASI BİR ANLAM İFADE EDER”
Zeynep Özsoy, yönetim kurullarında genelde 1-2 kadın bulunduğunu ifade ederek, “Literatürde buna “Tokenizm” veya “Token” (göstermelik) karakter deniliyor. Ben bunu “nazar boncuğu gibi” göstermelik bir durum olarak nitelendiriyorum. Litaratür çalışmaları YK’larında kadın sayısı üçün altındaysa bir fark yaratamadıklarını gösteriyor. Çünkü asimile oluyorlar. Gerçek bir anlam ifade etmesi için en az 3 kadının yönetim kurulunda olması gerekir” diye açıkladı.
Halka açık şirketlerin yönetim kurullarının sadece yüzde 17’sinde kadın üye olduğunu dile getirerek, “Bunun da yarısı aile üyesidir” dedi. Üniversitelerin de yönetim kurulları olduğunu söyleyen Zeynep Özsoy, “Biz 4 kadın dekan ve bir de genel sekreterimiz olarak 5 kadın üye ile bu barajı geçen nadir yapılardan biriyiz” ifadelerini kullandı.
Kadın ağırlıklı şirketlerin sosyal konularda da daha duyarlı olduklarını ve “Social Responsbility Endexleri”ne de bunun yansıdığını ifade etti. Dilek Şirvanlı Özen de kadının, “İsviçre çakısı” gibi olduğunu, yöneticilik vasıflarının da çok gelişmiş olduğunu dile getirdi. “Sahip olduğumuz özellikler, ilişkilere verdiğimiz önem, duygusal yapımız, daha titiz ve itinalı olmamız bizi çok daha iyi bir yönetici yapıyor. İletişim odaklı yaklaşımı kadından geliyor” dedi. Leyla Ateş ise kadının bu özellikleri nedeniyle sürdürülebilirliği sağladığına dikkat çekti.
ÇÖZÜM ÖNERİLERİ
“Devlet, çalışan kadını destekleyici bir sistem kurmalı” diyen Prof. Dr. Nurcan Perdahcı, Güzel Sanatlar Fakültelerinde kadın öğrencilerin giderek artmasının umut verici olduğunu söyledi. Eğitim dili Türkçe olduğu için uluslararası öğrenci kabul edememelerine rağmen çevre ülkelerden de sanat eğitimi için gelmek isteyen kadın öğrencilerin olduğunu belirten Perdahcı, “Örneğin, geçenlerde Irak’tan plastik sanatlarda okumak isteyen kadın öğrenci ile görüştük. Güzel gelişmeler bunlar” dedi.
Prof. Dr. Zeynep Özsoy, “İş gücüne katılım oranı en fazla kesim yine üniversite mezunlarından” diyerek bir kadının iş hayatına devam edebilmesindeki en büyük desteğin aile olduğuna işaret etti. Günümüz şartlarında bakıcı tutabilmenin oldukça zorlaştığını belirterek, “Kadının aileden desteği yoksa bırakmayı düşünebiliyor. Türkiye’de maalesef çalışan anneyi destekleyecek kreş sistemi olmadığı için bu sorunu yine kadın kendisi çözmek zorunda kalıyor. Çok üzücü bir durum” sözleriyle önemli bir soruna işaret etti. Zeynep Özsoy, devletin kadının çalışmasını sağlayacak sistemi kurmak yerine, evde yaşlı bakan kadına gelir desteği sağlamasını da eleştirdi. Bunun kadının tamamen eve hapsolmasına ve sosyal güvenceden de yoksun kalmasına neden olduğunu ifade etti.
Prof. Dr. Leyla Ateş, Türkiye’nin yükselen bir ekonomi olduğunu belirterek, yasalarımızda 150 kadın çalıştıran şirketlerin kreş açma zorunluğu olmasına rağmen bunu yapmadıklarını belirtti. “Devletin, kadına işe gittiğinde çocuğunu güvenle teslim edebileceği bir kreş sistemini sağlaması gerekiyor” ifadelerini kullandı.
Öte yandan da yönetim kurullarında kadın üzerinde akademik çalışmalar yürüttüğünü belirten Prof. Dr. Özsoy, “Dünyadaki belli başlı ülkelerde, yönetim kurullarında kadın kotaları var. Asıl mesele, devletlerin yasal olarak bu kotaları koyması. Etkili olacak olan bu. Avrupa Birliği ülkeleri artık bunu yapıyor” ifadelerini kullandı.