Fırtına geliyor… “Kıymetli okurlarım, genelde üzerinde durmaya çalıştığım meselelerden birisi tarihimiz ve dünyanın bize bakışı olmuştu.
Bugün güzel bir konuyla karşınızda olmayı dilerdim lakin insanların öldüğü bir savaşın ortasında buna imkân yoktur.
Rusya ve Ukrayna arasında yaşanan gerginliğin savaşa dönüşmesi ve bölgeden gelen görüntüler ne yazık ki içler acısı. Savaş, konuşan için kolaydır ancak yaşayan için durum öyle değildir. Hiçbir sebep masum insanları öldürmek için yeterli değilken; patlayan bombaların, yıkılan şehirlerin, belirsizlik içinde çaresizce bekleyen insanların olduğu kara bir döneme girdik.
Henüz doğmuş bir bebeğin yuvasından ayrılması, eşini orduya gönderen kadının çaresizce çocuğuyla yollara düşmesi ne demektir, düşünürken kolay olabilir, peki ama ya yaşayan için? Nereye gidileceği, nerede güvende olunacağı, aç kalıp kalınmayacağı, eşinin dönüp dönmeyeceği, yolda bir füzenin veya bombanın veya bir kurşunun belki de karmaşık ortamda fırsat bulan çapulcuların elinde can vermeyeceği, kendini, can parçası bebeğini koruyup kollayamayacağı… Uzayıp giden belirsizliklerle dolu yolculuğa çıkış kime kolaydır? Bu vebalı kimler, nasıl alabilir?
Bir ülke yok oluyor, dünya yalnızca izliyor. Olan her zamanki gibi ülkenin gerçek sahiplerine yani halka oluyor. Saldırının başladığı sabah yayın yapan gazeteci hanımefendinin tespiti; “Savaş zamanı ülke fakirlerin, barış zamanı zenginlerindir. Savaşta zengin kaçar, fakir ölür!” tüm dünyanın ibret alması gereken sözlerdi. Ama bırakın ibret almayı, yeni cepheler için tartışmalar şimdiden başlamış durumdadır.
NATO, BM, ABD, Avrupa sessiz kalmayı tercih ediyorlar. Galiba, sebebi yalnızca korku değil! Daha uzun vadeli planlarında Ukrayna gibi bir ülkenin yok olması ve orada yaşayanların pek bir değeri yoktur. Onlar için konu, güç dengesinde Rusya ve doğu bloğunun ne kadar yara alacağı, daha ileride dünya jandarmalığına soyunmak için önlerinde engel olan Rusya ve Çin gibi ülkelerin gücünün ne kadar eksileceği gibi görünüyor.
Savaş, kazanılsa dahi kötüdür, tespitim maalesef saldırının başladığı ilk anda yeniden kendini doğruladı. Yaşamın zorluklarıyla mücadele eden halkın gözlerinde beliren korku, yüzü kanlı kadının, bebeği kucağında yola düşmüş genç kadının, füze saldırısı sonrası yıkılan evler arasında yürümeye çalışan ve muhtemelen ailesini kaybetmiş çocuğun günahı nedir? Suriye de, Filistin de ve dahi onlarca bölgede onlarca kez yaşanan bu ve benzeri durumun çıkar sağlayanı kimdir? Kim, kim için savaşırken kimler şaşalı salonlarda birkaç kelime bile etmekten aciz, yaşanan dramı seyrediyor. Bu dünyada ülkemden başka kimse yok mu ki, savaşın durdurulması için çaba göstersin?
Savaş öncesi yapılan açıklamalardan birinde dikkat çekmek istediğim bir nokta var. Rusya Devlet Başkanı V. Putin’in yaptığı açıklamadır. Oradaki bir cümle kaç kez yazdığım meseleyi yeniden gün yüzüne çıkarıyor.
Ne demişti Putin, “18. Yüzyılda Karadeniz kıyıları Osmanlı ve Türkiye’ye karşı kullanılan mücadele alanıydı.” Kıymetli okurlarım, vakti gelince düşman olanlar bile bir sebep ararken tarihte bize karşı yapılanlarla övünür ve kendilerine sebep bulur duruma geliyorlar. Çünkü dün ittifak olduğu ülkelerle şimdi karşı karşıya ama bu karışıklık bir noktada olayın yönünü değiştiriyor. Diyor ki, “tarihi unutmadık, unutturmak isteyenlere de müsaade etmeyeceğiz.” Çünkü onlara göre Türklere karşı kim savaştı ve zafer kazandıysa hak da, güç de onundur.
Ne yazık ki benim korkum; inşallah olmayacak ama konunun Karadeniz de sahip olduğumuz rezervler ve Anadolu’ya doğru kayacağı hususudur. Çünkü komşuda çıkan yangın siz isteseniz de istemeseniz de sizi etkileyecektir. Suriye meselesinde olduğu gibi kaçınılmaz etkileri olacaktır. Elbette devletimiz bu süreci en uygun ve milletimiz için en hayati yolunu bulup öyle adım atacaktır bundan şüphe duymuyorum. Lakin bir kez daha meselenin bizlere yani tarihten beri olduğu gibi bize dönmesi içten bile değil.
NATO, konusunda ise güvensizliğim had safhadadır. Dün petriyot füzelerini vermekten imtina edenler şimdi aynı taraftayız diyerek yaklaşıyorlar. Bunun nedenlerinden birisi, NATO da var olan ordu gücü sıralamasında ilk sıralardayız. Bu durum akla, NATO bu savaş senaryoları için acaba bize mi güveniyor? sorusunu getiriyor. Çünkü ABD Başkanı, oraya asker göndermeyeceğiz dedi, ama aynı başkan, NATO topraklarını savunacağız da dedi. Bu iki cümleyi birleştirdiğimizde, ABD askeri değil ama başka NATO üyesi askerler orada olacak anlamı çıkmıyor mu sizce de?
Cennet vatanımızda, yani bu özel coğrafyada yaşıyor olmamızın elbette bedelleri olacaktır. Lakin bu bedelin kimine göre anlamlı, kimine göre anlamsız olan bir savaşta olması hiç de istenilecek bir durum değildir. Mutlak suretle yaşananların ve yaşanması muhtemel şeylerin ekonomik etkileri, yansımaları olacaktır. Keşke olmasa, keşke diplomasi galip gelse temennimi ve duamı yinelemek istiyorum.
Malumunuz, savaş kazanılsa bile kayıptır. Savaşın kazananı yoktur. Can kaybedilen bir olayda kârlılığın ne önemi var. Zafer dediğimiz şey birkaç şarkı, biraz duygudur, oysa savaş; kan, gözyaşı, masumların yok oluşu ve çocukların ölmesidir. Doğanın tahrip edilmesi, kaynakların tüketilmesidir. Bunca zarara karşı “zafer bizimdir!” sloganının ne değeri olabilir ki?
Kıymetli okurlarım, inşallah en kısa sürede bu felaketin bittiği haberini almak nasip olur. Bu günlerde sosyal medyada dolaşan şu anlamlı cümle ile sözlerimi tamamlamak istiyorum. “İnsanın öldüğü hiçbir dava haklı değildir!” her kim söylediyse gerçekten de çok yerinde bir tespittir. Rabbim, dünyamızı felaketlerden ve insan eliyle çıkan felaketlerden korusun diyor hepinize esenlikler diliyorum.