Aradığınız kişi meşgul… Aralık ayının son haftasıydı. Birçok insan yeni bir yıla gireceği için sabırsızlanıyordu.
Sokaklarda bir koşuşturmaca…
Hediye almak için büyük alışveriş merkezlerinin girişinde kuyruk olanlar, metronun kapısı kapanana dek binmeye çalışanlar…
Adım adım yürüdüğümüz Karanfil Sokak’ta iki kelam etmenin hazzında yaşını almış eski bir dostla karşılaştım. Bir kenarda halleştik. Çok iyi görsem de onu ruhen yorgun olduğunu hissettim. Yaşam hikayesini yıllar önce anlatmıştı bana. Evliliğinin beşinci yılında trafik kazasında eşini kaybetmişti. Bir oğlu vardı. Onu tek başına büyütmüştü. Büyük bir üniversitede akademisyendi. Kendini işine adasa da oğlunu çok güzel yetiştirmişti.
Oğlu ile hiç karşılaşmazsam da bir anne olarak oğluna ne kadar kıymet vererek, onu sevdiğini bilenlerdendim. Gel zaman git zaman annesinin görev yaptığı üniversiteyi kazanarak yerleşmişti. Anne-oğul artık daha fazla vakit geçirme şansı yakalamışlardı. Kimseleri yoktu. Uzaktan akrabaların hepsi uzak düşmüştü. Zamanda geçince iletişim kopuvermişti.
Aramızdaki yaş farkında rağmen arkadaş olmayı en layıkıyla yerine getirebilmiştik. Buluşmaya fırsat bulamasak da oturduğumuz semt birbirine çok yakın olduğu için bazı zamanlar sokakta karşılaşıyorduk. Beni görünce gülümser ve nasıl olduğumu sormadan asla gitmezdi. Çok çalıştı, nice öğrenciler yetiştirdi. O dönem ailemle yaşıyordum. Ailem semt değiştirme kararı alınca taşındık. Böylelikle de ansızın sokakta karşılaşma ihtimalimiz ortadan kalkmış oldu. Uzun süredir görmemiştim onu ta ki o güne kadar.
Bir insanın ne kadar yaşanmışlığını bilirseniz onu o kadar iyi tanırsınız.
Ben, onu iyi tanıyordum.
Yüzüne yerleşen çukurlara hüzün dolmuştu. Konuştuğumuz sokak ne kadar sesli olsa da ben onu dinlemek istediğim için tüm seslere kayıtsız kaldım. Tane tane konuştuğu cümlelerin arasına sığdırdığı derin nefeslerden tatsız bir şey söyleyeceğini anladım.
‘‘Oğlum’’ dedi.
‘‘Oğlum yurtdışında yaşamaya karar verdi yıllar önce. Sanırım onu kaybettim.’’
Kelimelerin başında yaşamını yitirdiğini sandım ama devamını dinleyince cümlenin böyle olmadığını anladım. Oğlu, Kanada’ya yerleşmişti ve artık görüşemiyorlardı. Oğlunun iş yoğunluğundan kendisini aramadığını sormadığını anlattı.
Ne zaman arasam ya telefonu meşgul ya kendi meşgul… Yalnızlık, açıkçası ağır geliyor. Yağlı boya tablolar yapıyorum, yürüyüşe gidiyorum, arkadaşlarla görüşüyorum ama eve gidiyorum ama yalın bir yalnızlık… Söylesene insan neden hep meşguldür?
Bu soruya verilecek o kadar çok cevabım vardı ki…
Göz çukurlarına ev sahipliği yapan yorgunluğa bakarak bu soruya cevap verdim. Uzun uzun konuştuk. Sohbetin sonunda rahatladı ve bana teşekkür etti. Eve gidene kadar bindiğim otobüsün cam kenarında iç sesimle konuştum.
‘‘Hayat bu kadar hızla akarken, ölüm varken insan neden her zaman meşguldür ki?’’
Edebiyata, sanata ve insana dair tekrar görüşmek üzere…