Sopayla kilime vuranın gayesi, kilimi dövmek değil, tozu kovmaktır. “Lisede gerçek dostluklar, üniversitede gerçek rakiplerle tanışacaksınız” derlerdi hep.
İnanmazdım.
Bir insan kendi gibi etten, kemikten yaratılan biri ile ne gibi bir yarışa girebilirdi ki? Diye düşünür dururdum.
Ancak durum hiçte öyle düşündüğüm gibi değilmiş.
Lisede iki tane okul değiştirdim. Okuduğum ilk lise dönemin erkek lisesi iken okuduğum ikinci lise ticaret meslek lisesi idi. Bu iki lisede de çok kavga etmeme rağmen sağlam dostluklar kurmuş, hala görüştüğüm hocalarımdan “öğretmen kime denir?” in cevabını bulmuştum. Üniversitede ise durumun yine böyle olacağını düşünerek gittiğim için çok zorluk çekmiştim. Zira burada öğrencileri geçtim hocalar bile sizi rakip olarak görebiliyor ve onların “tahtlarına” oturacaklarını düşünüyorlar. Sultan Süleyman’a bile kalmayan bir dünyada tahtların ebedi sahipleri olduğunu düşünmeleri de ayrı bir konu tabii.
Neyse…
Ben zorluk yaşadım siz zorluk yaşamayın diye üniversiteye hazırlanan arkadaşlarıma bazı hocaları şöyle bir anlatayım;
Üniversiteyi ikinci kez kazanmış fakat bu kez örgün öğretimde kazanmış ve okula gitmiştim. Derste gerçekten ders anlatılacağını düşünerek sınıfta hocayı beklemeye başladım. Hocamız derse geldi ve başladı kendi anılarını anlatmaya sonrada “öyle bakmayın anlattıklarımı not alın.” Diyerek dalga geçmişti. Not aldık almasına da dönem sonuna kadar hocanın anılarını deftere yazıp durduğumuzdan sınavda bütün sınıf toz duman olduk çünkü derste, yurtdışında kızıyla geçirdiği vakitleri anlatmıştı tüm dönem sayın hocamız. Sonrasında da sınıfa gelip “ben size bunları anlatmıştım, siz çalışmamışsınız.” Demez mi? Diğerlerini bilmem ama hakikaten bu pişkinliğe zor tahammül ettim.
Bir de kendi bilgisini doğru kabul eden ve bu bilgiyle övünen, öğrenciyi ezen hocalarımız vardı ki onları zaten hiçbir zaman umursamadım. Derslerinden kalmak pahasına anlattıklarını dinlemedim, derslerine aktif katılım göstermedim çünkü bu tarz hocalarımızdan “Seni bu dersten bırakır, okul hayatını yakarım.” Gibi sert tehditler duydum. Tabii bana karşı değil bu tehditler başka bir arkadaşıma karşıydı ancak o arkadaşıma bunu söyleyebilen hoca, yarın öbür gün aynı tehditleri bana da savurabilirdi. Böyle bir tehdit kabul edilemezdi ve ben de tepkimi sessiz kalarak usulünce gösterdim.
Bu tarz hocaları çok umursayan biri değilim. Hatta arkalarından dalga bile geçmişliğim var. Zira o hoca beni dersten bıraksa bile benim okul hayatım yanmaz çünkü ben, o bölümü bıraksam bile okul dışındaki hayatımda aktif bir insan olduğum için illaki kendi ayaklarımın üstünde dururum. Sizlere de önerimdir gönül dostlarım, asla okula, bir kuruma bağlı kalmayın. Her daim kendinizi öğrenmeye açık halde tutun ve kendinizi geliştirmek adına gönlünüzden ne geliyorsa yapın. İleride size gerçekten katkısı olacak o yaptıklarınız. Belki statü sahibi olamayacaksınız ancak çok güzel işlere siz imza atacaksınız. Statü sahipleri belki de sadece sponsorunuz olacak o kadar.
Misal, bir devlet kurumunda memur olamasam bile bir fabrikada işe girer aslanlar gibi kendi ayaklarımın üstünde dururum çünkü statülerin gerçek olduğuna inanmıyorum. Statün yükseldikçe paran artıyor, bilgi birikimin değil. Para konusuna da gelince, bugün kadrolu bir çalışan ve özel çalışan aynı oranlarda maaş alıyor. Eğer ki sağlam yerlerde tanıdıkları yoksa statüleri ne kadar yüksek olursa olsun maalesef her ikisi de aynı oranlarda mobbinge maruz kalıyor. İster okumuşsun ister okumamışsın önemli olan kendini geliştirebilmendir iş verenlerin gözünde ya da torpil. Bunları bilerek yaşayan biri olduğumdan, üniversite hayatımda hiçbir hocam beni tehdit edemedi.
Birde bu tehditleri savuran hocalarımız “Bir senesi yansın da görsün, benim kim olduğumu” düşüncesindeler. Bana bu tehditleri savuramamalarının diğer bir nedeni benim, zamanı umursamıyor oluşum. Evet, zamanı umursamıyorum çünkü bugün, benim ayağıma fırsat olarak gelen olay birkaç zaman sonra bumerang misali tekrar gelecek. Aynı dersi seneye bir daha alacağım ve belki bu sefer başka bir hocadan. Bir saniye sonraya çıkacağımız belli değilken sayın hocamın bir sene sonra yine aynı dersi kendisinden alacağımı düşünmesi ve tehdit etmesi komik.
Tabii üniversitede her hoca kötü değil. Öyle hocalarım oldu ki her daim sorgulayan ve doğru olduğunu düşündüğü her bilgiyi yeniden gözden geçirip, araştırıp, yeniden öğrenen, kaç yaşına gelmiş ve hangi makama ulaşmış olursa olsun her daim öğrenmeye aç hocalarım da oldu. Bu hocalarımın dersleri öyle keyifli olurdu ki ders çıkışında “evet, bugün bir şeyler öğrendim.” Diyerek çıkardım o sınıftan. Sınavda kendi cümlelerini istemezlerdi böyle hocalarım. Konuyu kendi bakış açımızla, cümlelerimize anlatmamızı isterlerdi ve anlatmak istediklerini anlamış ise öğrenci, o dersten kalmaması için elinden geleni yaparlardı.
Yeteneği olan öğrencilerin kendilerini geliştirmesi adına onlara zaman tanırlardı. Yani şöyle anlatayım, bir elinde altı parmağı olan bir öğrencinin altıncı parmağını diğer hocalarımız; kesmek isterken, doğru olduğunu öyle düşünürken, bu özel hocalarımız; o parmağı kesmek yerine o parmakla yaşamayı öğreten hocalarımızdı. Hakları hiçbir zaman ödenmez bu hocaların. Üstatların…
Öğrenciye tepeden bakan öğretim görevlilerine “hoca” öğrencilerine değer veren öğretim görevlilerine ise “üstat” derim. Üstatlarımıza selam olsun…
Gel gelelim arkadaş ortamına.
Üniversiteyi kazanmak adına elimizden ne geliyorsa yapıyor, sonrasında ise umduğumuzdan çok farklı bir ortama giriyoruz. Lisedeki gibi bir arkadaş grubunuzun olacağını düşünüyorsunuz ancak öyle bir ortam asla oluşmuyor.
Neden mi?
Öyle öğrenciler var ki sizinle hiçbir alakası olmamasına rağmen, muhabbet bile etmemenize rağmen bir dersten yüksek not mu aldınız ya da okul dışında sosyal etkinliklerde başarı mı gösterdiniz hemen sizi alaşağı etmek için ellerinden geleni yaparlar. İlk önce yanınıza yaklaşırlar ve size çok iyi arkadaşınızmış gibi davranırlar, not isterler sonrasında ise yavaş yavaş size güzel işler başaramayacağınızı aşılarlar son adımda ise sizi yalnız bırakıp çeker giderler ve aynı döngüyü başka başarılı insanlara yaşatırlar. Bir nevi kullanırlar.
Bu tip insanlar üniversiteye “Bakın biz gerçeğiz, iş hayatınızda karşınıza çok çıkacağız” demek için girerler ancak hayatları boyunca hiç değişmeyecekleri için kendi hayatlarında bir nevi bumerangı yaşarlar ve başladıkları noktalara hep geri dönerler. Onlar adına üzülüyorum ancak iyi ki üniversiteyi böyle insanlar kazanıyor. Bizlere zarar vermek istiyorlar ancak bizler, onlardan faydalanıp iş hayatına hazırlık için onların bu davranışlarını kullanıyoruz. Oyun öncesi prova olarak düşünün.
Neden bunları yazdığıma gelecek olursak.
Bundan birkaç gün önce benim okuduğum üniversitenin eğitim fakültesinden 18 yaşındaki bir öğrenci kendisini, fakültenin boşluğundan aşağıya atarak intihar etti ve intihar etmesinin bir gerekçesiymiş gibi okul görevlileri tarafından, öğrencinin öncesinde de psikolojik tedavi gördüğü belirtildi. Öğrencinin özel hayatındaki zorlukları bilemem ancak okul hayatındaki zorlukları az çok tahmin edebiliyorum çünkü benzer zorlukları o okulda bende yaşadım. Öğrenciyi tanımamama rağmen intihar haberinden çok etkilendim. Büyük hayaller kurarak gelmişti belki de o kuruma ancak umduğunu bulamamış olacak ki tek çaresinin intihar olduğunu düşünmüş ve bunu uygulamıştı. Maalesef kardeşimizi kaybettik ancak başka kardeşleri kaybetmemek adına yazdım tüm bunları.
Çabalayın sevgili gönül dostlarım, kardeşlerim ve elinizden ne geliyorsa kendinizi mutlu etmek adına kullanın. İnsanların sizi derecelendirmesiyle mutlu olmayın. Çevrenizdeki kalabalığa aldanıp rehavete kapılmayın. Rehavet yenilgiyi de beraberinde getirir. Her daim kendinizi geliştirin. Tek bir yere umut bağlamayın. Umudunuz sadece sizi yaratanın çabalarınız sonucunda karşınıza çıkartacak güzelliklere karşı olsun. Bu devirde Kabillerin çoğunlukta olduğunun farkındayım ancak Habillerin sayısı da bir hayli fazla. Ne kadar sahte dostluklar olursa olsun siz daima doğru kalın. Mevlana – Şems misali güzel dostluklar edinebilmeniz ümidiyle…
Madem andık Mevlâna Hazretlerini onun güzel şiiriyle veda edelim.
Bu yazdıklarımı özetleyen çok güzel bir şiir var Mevlana’dan.
“La tahzen!”
insanlar senin kalbini kırmışsa üzülme!
Rahman: (c.c), “Ben kırık kalplerdeyim” buyurmadı mı?
O halde ne diye üzülürsün ey can?
Gündüz gibi ışıyıp durmak istiyorsan;
Gece gibi kapkaranlık nefsini yak !..
“Derdim var” diyorsun;
Dert insanı Hak’ka götüren Burak’tır; sen bunu bilmiyorsun.
Sanma ki dert sadece sende var.
Şunu bil ki;
Sendeki derdi nimet sayanlar da var.
Umudunu yıkma; Yusuf’u hatırla.
Dert nerede ise deva oraya gider.
Yoksulluk nerede ise nimet oraya gider.
Soru nerede ise cevap oraya verilir.
Gemi nerede ise su oradadır.
Suyu ara, susuzluğu elde et de sular alttan da yerden de fışkırmaya başlasın.
Dünya malı Allah’ın tebessümüdür: ona bak! Ama sarhoş olma…
Lâ tahzen! -Üzülme!-
Irmağa deniz, denize okyanus sığmaz. .
“Aşık” olmayana anlatsan da “Ben” “Sen” anlamaz.
Hakka ulaşmak için yoldur desen kimse inanmaz…
Gönlünde zerre-i miskal şems olmayan;
Yanmaz, yanamaz…
Ayağın kırıldı diye üzülme!
Allah senden aldığı ayak yerine belki sana kanat verecek.
Kuyu dibinde kaldın diye üzülme!
Yusuf kuyudan çıktı da Mısır’a sultan oldu, unutma!
İstediğin Bir şey; Olursa Bir Hayır,
Olmazsa Bin Hayır Ara…
Geçmiş ve gelecek insana göredir. Yoksa hakikat âlemi birdir. Bu âlem bir rüyadır. Zanna kapılma ey can! Rüyada elin kesilse de korkma, elin yerindedir. Dünya bir rüya ise, başına gelen felaketler de geçicidir. Neden çok üzülürsün ki? Herşey üstüne gelip seni dayanamayacağın bir noktaya getirdiğinde sakın vaz geçme:
– Çünkü orası gidişatın değişeceği yerdir.
Bu âlemin, bu kâinatın kitabı sensin:
Aç da kendini oku ey can!
Kâinatın en uzak köşesi, senin içinde ufak bir nokta…
Ama sen bunun farkında bile değilsin.
Derdin ne olursa olsun korkma!
Yeter ki umudun ALLAH olsun…
Herkes bir şeye güvenirken;
Senin güvencen de ALLAH olsun.
Hiçbir günah, ALLAH’ın yüce merhametinden büyük değildir ama;
Sen yine de günah işlememeye bak!
Lâ tahzen! (Üzülme!)
Derdin ne olursa olsun bir abdest al, nefes gibi…
Ve bir seccade ser odanın bir kösesine, otur ve ağla ,
Dilersen hiç konuşma…
O seni ve dertlerini senden daha iyi biliyor unutma.
Dua ederken O’na kırık bir gönülle el kaldır.
Çünkü Allah’ın merhamet ve ihsanı, gönlü kırık kişiye doğru uçar.
Sopayla kilime vuranın gayesi, kilimi dövmek değil, tozu kovmaktır.
Allah tozunu alıyor diye, niye kederlenirsin EY CAN!?
Lâ tahzen! (Üzülme!)
Bir şey olmuyorsa:
Ya daha iyisi olacağı için,
Ya da gerçekten olmaması gerektiği için olmuyordur.
Şu uçan kuşlara bak! Ne ekerler, ne biçerler…
Onların rızkını düşünen Allah; seni mi ihmal edecek sanırsın!
Yeter ki sen istemeyi bil…
Belalar sağanak yağmurlar gibi yağar.
Ancak başını ona tutabilenler aşk kaydına geçerler.
Belâ yolunda muayyen bir menzildir âşık.Her nereden gam kervanı gelse de.
Aşk derdinde olan kişi;
Baş derdinde değildir…
Yapılma, yıkılmadadır;
Topluluk, dağınıklıkta;
Düzeltme, kırılmada;
Murat, muratsızlıktadır;
Varlık, yoklukta gizlidir…
Ne kötüdür insanın aklıyla yüreği arasında çaresiz kalması.
Ne kötüdür zamanın bir an kadar yakın,
Bir asır kadar uzak olması.
Ve bilir misin?
Ne acıdır insanın bildiğini anlatamaması..
“Ben”, deyip susması…
“Sen”. deyip ağlamaklı olması…
Eğer sen Hak yolunda yürürsen, senin yolunu açar, kolaylaştırırlar.
Eğer Hakk”ın varlığında yok olursan, seni gerçek varlığa döndürürler.
Benlikten kurtulursan o kadar büyürsün ki âleme sığmazsın.
İşte o zaman seni sana, sensiz gösterirler.
Sevginin diğer bir adı da sabırdır:
Açlığa sabredersin adı “oruç” olur.
Acıya sabredersin adı “metanet” olur.
İnsanlara sabredersin adı “hoşgörü” olur.
Dileğe sabredersin adı “dua” olur.
Duygulara sabredersin adı “gözyaşı” olur.
Özleme sabredersin adı “hasret” olur.
Sevgiye sabredersin adı “AŞK” olur…
Ne istersem ben Mevlâ’dan isterim.
Verirse yüceliğidir. Vermezse İmtihanımdır…
Allah’tan bir şey istersen:
Kapı Açılır, sen Yeterki Vurmayı Bil !…
Ne Zaman dersen bilemem ama,
Açılmaz diye umutsuz olma,
Yeterki O Kapıda Durmayı Bil…!
Muhabbetin daim olması temennisiyle… Mevla ile kalın sağlıcakla.