Gölge Adam: Bir akşam üzeri… Islak bir günün sonuna yaklaşıyorum. Yağmur biraz önce bıraktı bizleri kucaklamayı.
Yol kenarına öylesine bırakıvermişler gibi duran bu ahşap bankta ne zamandır oturuyorum kestiremiyorum. Ellerim cebimde, sağa sola koşuşturan insanları seyrediyorum sadece. Hepsinin yetiştirmesi gereken mühim işleri olduğunu sanıyorum. Yoksa ben burada hiç yokmuşum gibi geçip gitmelerinin başka bir sebebi olamaz değil mi?
Karşı kaldırımda tek tük yaprağıyla hala sonbahara meydan okuyan bir söğüt ağacı duruyor. Dallarında az önce kesilmiş yağmurun izleri duruyor. Onun yanından da pek çok insan geçiyor fakat onu da kimse görmüyor gibi. İnsanların sahiden de pek önemli işleri olmalı. Yoksa biz sahiden de yok muyuz? Bu zamana kadar var olduğumu pek hissettiğim de söylenemez. Bilemiyorum.
Aslında doğru söylemek gerekirse yokmuşçasına görünmez olmak biraz da benim tercihim sanırım. Bu dünya karmaşasına bir türlü ayak uydurmayı, insanlarla bir bütün olup onlar gibi sürekli meşgul olmayı beceremedim ben hiçbir zaman.
Ben daha çok şiirler okumayı, şairlerle mukayese yapmayı ya da şu karşımda tıpkı bir ayna gibi beni yansıtan söğüt gibi arkadaşlar edinme peşindeyim. Neden diye soracak olursanız, bunu ben de henüz kendime açıklayamadım. Belki de bu hırs ve çıkar ikilisinden ibaret olan bu dünyaya yakıştırmıyorum kendimi. Kitaplarım, şiirlerim ya da yolda gördüğüm kendi halinde yaşayıp giden ağaçlar daha samimi ve daha gerçekçi geliyor bana. Başa türlü bu yaşam kargaşası içinde bulunmak bana ancak ıstırap verir zannediyorum.
Dedim ya günün sonuna yaklaşıyorum. Gecenin karalığı üstüme yapışmadan evimde, köşecikte yalnız başına beni bekleyen sandalyeme koşayım…