Aynaya bakacak cesaretin var mı? Size kötülük yapan, hakkınızı yiyen veya hakkınızda “Zan” eden birine karşı yapabileceğiniz en güzel şey ona “Ayna” tutmaktır.
Bilin ki; ne kişi o aynaya bakacak cesareti kendinde bulabilir, ne de ayna o kişiye bakmaya tahammül edebilir!
O yüzden derler ki, ölümden sonra insanın en büyük cezası; kendini kendinden görerek duyduğu “Vicdan Azabıdır”
İnsan pek aceleci ve hevesledir, başkasını yargılamada kendini aklamada…
En çok iş hayatında karşılaşıyoruz hak yeme ve “Zan” da bulunma halini. Patron ve emrindeki yöneticiler, çalışanların haklarını vermemek, onları sömürmek için her türlü oyunu oynuyor. Hele o rüzgarı arkasına almaya görsün! Buldu ya fırsatı, o nasıl bir sevinç halidir öyle… Zulüm etmekten çekinmez, bilakis mutluluk duyar. Patron sayar akşam bir kuruş daha çok kazandım diye yastık altını. Yönetici de patrona yarandım diye garip şeytani bir haz duyar. Farkında ya da değil, yaranır aslında İblise….Bahanesi de hazır; “Ulu şirket (kurum) menfaati”
Çalışanın sınavı ise başkadır. Elinden geldiği kadar işi savsaklar, işi yavaşlatır. Gurur duyar kendince, “Enayimiyim ben! Oh bak nasıl uyutuyorum herkesi” diye. Sonra yetmez, köşe bucak demeden her yerde dedikodu yapar, durmadan “Zan” da bulunur. Peki nedir bu “Zan” derseniz; gıybet etmektir aslında. Sanki o kişi ölmüş de onun etini çiğ çiğ yiyor gibi bir haldir, kişi görmez, anlamaz bu yamyamlığı. Gıybet etmek İslam dinindeki en büyük günahlardan biri değil sanki…Peynir-ekmek gibi gidiyor, kolay ve hızlıca. Sorsan “Zan” edene, masum olduğunu iddia eder. “Biz doğruları konuşuyoruz der”.
Oysa doğruyu Hakkıyla bilen önce Allah (cc) sonra da hakkında konuştuğun kişidir. Sen nereden bileceksin ki, işin etrafını, altını-üstünü, öncesini-sonrasını? Ki söylediğin doğru değil ise, çok daha büyük bir hak ihlalinde bulunuyorsun, ona da “iftira etmek” deniyor. Hem kendi nefsine zulüm ediyorsun, hem de içinde bulunduğun sisteme zarar veriyorsun.
Sistem nedir dersen, içinde bulunduğun topluluk, hayatın bütünü, tüm evren, tüm alemler… Bir yaprak kımıldasa etkileniyor her şey. Alıyor haberini tüm alemler ve alemlerin Rabbi Allah (cc). Bil ki yaptığın-yapacağın başka iyilikler de gidermez bu yaptığın zulmü. Neden mi? Sen de bilirsin, bazı kirleri su söker, bazılarını ise tuz ruhu. Yani her bir kirin ilacı farklıdır. Öyle falan yere bağışta bulundum, falan kişiye iyilik ettim diyerek kendi vicdanını rahatlatmaya çalışarak kurtulacağını mı sanıyorsun?
Uyuyan ve uyutulan insan…
Çare, “ölmeden önce ölme” halidir. Yani, Dünya hayatında iken, kendi öz muhasebesini yapma ve kendi ateşinde kavrulma halidir. Yapabildiğin kadar çok helalleşmek gerek herkes ile. Sonra da, geçmişin ile barışıp, gelecek kaygısı duymadan “AN”da yaşamaktır.
Şimdi düşünün;
- Eğer bu okuduğunuz ile barışıksanız bilin ki; tekamül yolculuğunun idrakinde, yani Sırat-ı Müstakim, yani doğru yoldasınız.
- Eğer bu okuduğunuzu anlıyor, fakat o aynaya bakmaya henüz cesaret edemiyorsanız, bilin ki; hayat çok yakında, “O” yola doğru sizi hafifçe arkanızdan itecek.
- Eğer bu okuduğunuz size saçma ve garip geliyorsa bilin ki; gaflet ve cehalet içindesiniz. Mühim değil. Er veya geç siz de “O” yola gireceksiniz. Tek fark ile, çok daha büyük kayıp ve acılardan sonra…
Ve sen, makamına-maaşına, işine-mesleğine, çevrene-itibarına, ailene-arkadaşına, parana-puluna güvenen, hatta kendini onlarla “Eş”leyen, yetmedi onlarla kendi benliğini zincirle “Bağlayan”, kibrinle dünyaya sığmayan sen…
Uyuyan ve uyutulan insan. Sen hangi yoldasın?
Okudum. Dinledim. Yaşadım. Anladım. Yazdım.