Kıymetli okurlarım, bugün sizlerle ecdadımız Osmanlı İmparatorluğu’nun yaptığı önemli antlaşmalardan birini konuşacağız. Kırılma noktası “Karlofça Antlaşması”.
Genel tanım olarak “Antlaşma,” savaş veya çeşitli nedenlerle yaşanan husumet sonrasında tarafların barış ve/veya ateşkes için bir araya gelmelerine denir. Tarihin akışına etki eden birçok antlaşma vardır ve bunlardan birisi de Karlofça Antlaşması’dır. Antlaşmanın detaylarına ve sonraki süreçte tarafları nasıl etkilediğine bakıldığında önemli bir tarihsel olay olduğu hemen anlaşılıyor.
Osmanlı İmparatorluğu, 1590 yılında Safevi yani bugün ki İran ile yapılan Ferhat Paşa Antlaşmasıyla duraklama dönemine girmişti. Duraklama Dönemi, 109 yıl sürdü. Doğal sınırlarına ulaşan imparatorlukta merkezden yönetimin zorluğu, geniş sınırlar içinde iletişimin yetersizliği ve bozulan iç idari düzen haklı olarak imparatorluğun şaşalı dönemlerinin geride kaldığın haykırıyor, bilim, sanat, ordu ve sosyal yaşamda her daim en ön safta olan devlet adım adım geri gidiyordu. Duraklama döneminde imparatorlukta padişahlar kadar vezir-i azamlar etkinlerdi. 1690’lı yıllara gelindiğinde duraklama devrini yeniden ilerlemeye çevirmeyi isteyen Osmanlı, Avrupa’nın kalbine doğru ilerlemeye başladı. Daha önce Viyana surlarına kadar gidilmişti şimdi bu surları geçip psikolojik sınır kabul edilen o noktayı bir adım daha geçmek istediler.
Savaşlar ve kuşatma maalesef istenildiği gibi gitmedi. Kaybedilmiş bir savaş ise daha kötüsünü beraberinde getirecekti. Çünkü Osmanlı tek başınayken karşısında “Kutsal İttifak” birleşimi vardı. Yani Haçlı zihniyeti yine bir aradaydı. Avusturya, Venedik, Lehistan görünen taraflarken, Rusya, İtalya ve Osmanlı’nın ilerlemesini durdurmak için hep öncü olan Papalık bir taraftaydı.
Sırbistan sınırları içerisinde kalan Belgrat yakınlarında ki kalelerden birisi Karlovci Kalesi yani kasabasıdır. İlk bakışta önemsizmiş gibi görünebilir lakin bazı tarihçiler bu kalenin ve bölgedeki bazı kalelerin Avrupa’nın anahtarı olduğunu iddia etmişlerdi. Konumu, stratejik nokta olması, bölgeye hâkimiyeti gibi askeri unsurlar göz önüne alındığında bu tez gerçekten doğrudur. Osmanlı’nın Belgrat’ı yüzyıllarca merkez, yani ana üs olarak kullanmasının asıl nedenlerinden birisi de budur.
Savaş ve kuşatma yıllar sürdü. Sonunda, 16 Kasım 1699 yılında taraflar Karlofça’da bir araya gelmiş ve iki ay süren müzakereler neticesinde antlaşma imzalanmıştır. Antlaşmanın Osmanlı aleyhine olması elbette beklenen sonuçtur çünkü ortada kaybedilmiş bir savaş var.
İç ıslahat ve reformları doğru anlamadıkları için başarıyı yalnızca zaferlerde gören devlet adamları padişahları da yanlış yönlendirmişlerdi. Devletin ilk dönemlerinde şehzadelerin geçirmiş oldukları eğitim ve yönetsel süreç ortadan kalkınca haklı olarak padişahlar eskisi kadar yönetime hâkim olamamışlardır ve bu doğal bir sonuçtur. Ancak devlet adamlarının bu durumu gereğince idare edememiş olmaları Osmanlı’ya pahalıya mal olmuştur. Şahsen şu görüşe karşıyım; Osmanlı’yı yalnızca padişah ve hanedanlardan ötürü görmek büyük bir hatadır. Toprak, yurt, devlet milletindir ve hanedanlar millete hizmet ederler. Bu nedenle devlet adamları milleti için çalışması gereklidir. Osmanlı’yı hanedan ve padişahtan ibaret görmek devlete hatta millete sırt çevirmek sayılır.
Konumuza dönecek olur isek, Karlofça Antlaşması’nın maddelerinden ziyade önemli iki sonucundan bahsetmek istiyorum. Bir savaş kazanılır, kaybedilir ve sonunda antlaşmalar yapılır ama sonuçlarının devletlere yansımaları bu kadar kolay ve basit değildir. Karlofça Antlaşmasında taraflar ilk kez yuvarlak masa etrafında bir araya gelmişlerdir. Yani, Osmanlı İmparatorluğu’nun savaş rakipleri ilk kez Osmanlı ile protokol olarak aynı seviyededirler. Bu basit görünen detay aslında devletin gücünü, hükmünü kaybettiği manasını taşır. Siyasi olarak devletlerarasında protokol kuralları devletlerin gücüne göre belirlenir. 1500’lü yıllarda Lehistan Kralı Osmanlı Vezir-i Azam ile denk iken şimdi padişah ile denk konuma gelmiş manası çıkarılır. Bu basit detay, diğer devletlerin gözlerini Osmanlı topraklarına çevirmesi için büyük bir sebeptir.
Diğer önemli detay ise, bu antlaşma Osmanlı’nın Gerileme Devri başlangıcı sayılır. Çünkü 16 yıl süren savaşların devlete çok büyük bir mali yükü olmuştur. Teknik, üretim yani iktisadi olarak yerine koyamayacağınız yük ise hazinenin sonu demektir. Ecdadın şanlı zaferleri, önceden olduğu gibi sonrasında da devam etmiştir ama psikolojik harp kaybedilince sözün ona, sahaya mağlup çıkmış oluyorsunuz. Gerileme Dönemi de Duraklama Dönemi gibi 100 yıl sürmüştür. Yapılan ıslahatlar ve reformlar çağın gerekliliğini yerine getiremediği ve üretime dayalı ekonomik zemin oluşturulamadığı için kötü gidişatın önüne geçilememiştir.
Sevgili okurlarım ecdadımızdan bize miras çok şey kalmıştır. En önemlilerinden birisi ise, “İbret almak” meselesidir. Evvelki yazılarımda, “Tarih bir kronolojidir, çizelgedir. Ama aynı zamanda ders alınması gereken en büyük araçtır!” dememin sebeplerinden birisi de budur. Ders alınmıyorsa yaşanmışlıkların ne anlamı olabilir? Ders almak ve kendimizi kontrol etmek durumundayız. Gittikçe parlayan yıldızımızın ışığını söndürmemek ve çocuklarımıza daha şaşalı bir gelecek inşa etmek için koşulsuz şartsız devletin yanında olmak ve milletin menfaatine hizmet etmek zorundayız.
Kıymetli okurlarım, siyasi düşüneniz ve oy tercihiniz sizi bağlar, asla kısır çekişme ve tartışmalara girmek istemem ama devlet hepimizi bağlar. Devletini kaybedenlere ne olduğunu görmemek için kör olmak bile yetmez, oysa bizler ne kör, sağır ne de dilsiz değiliz.
Geçtiğimiz günlerde milletçe coşkuyla kutladığımız 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı’nın ardında ne büyük savaşlar, mücadeleler olduğunu, düşmanın çizmeleri altında işgal edilen yurdumuzda ne büyük acıların, katliamların ve tecavüzlerin olduğunu unutmamak icap eder. Bu vesileyle Karlofça Antlaşmasının ne denli önemli olduğunu yeniden düşünmek gerekir. O gün ki devlet adamların yaptığı hatalarının bedelini 200 yıl sonra atalarımız ödemiştir. Bu nedenle çocuklarımıza miras memleketimizi korumak ve yüceltmek bizim görevimizdir. Hepinize esenlikler diliyorum.