İhtiyarın ikinci günü! Kıvırcık saçlı bir kız. Göz bebeklerinin rengi toprak rengi. Cinsel tecrübesinin bir dudak ıslaklığından öteye geçmediğine inandığı rahibe edası.
Dizlerinden ötesini gizemli kılan mini eteği. Ellerinin güzelliğine ise henüz bir tanık yok.
İçtiği üç bardak demli çay ile birlikte midesine günlük zararını ihtiyatlı bir şekilde veren genç ihtiyar, huzuru aradığı iskemlesinden yarı şuurlu bir halde kalkmaya çalışmıştı. Cebindeki tıngırdayan bozuk paraları masaya dizdiğiyle kalmıştı. Üç bardak demli çayın hesabı kapanmıştı böylelikle.
Damar yollarının harita çizdiği berduş nasırlı elleri, kesilmek için bin bir zahmet arzulayan uzamış ve içi pislik dolmuş tırnakları, hareket kabiliyeti zayıflamış olan göz bebekleri yaşlılığının en büyük simgeleriydi. Eklem ağrıları ise endişeli suretini oluşturan en ilkeli sebepti. Kahvehane diğer yaşlılarla birlikte sarmaş dolaş bir halde okey çeviren işsiz ve uzun sakallarıyla mahalle şöhretini arzulayan gençlerle dolup taşmıştı.
Genç ihtiyar, yarı şuurlu halinden dolayı her zamanki gibi endişesizdi. Yarı şuurlu olmak ona büyük ve derin bir haz veriyordu. Küçük bir beslemeye bakar gibi kendisine tuhaf baktığına inandığı insanları, bu sayede görmezden gelebiliyordu. Umursamazlık, derin bir antidepresan etkisiyle akıl gelgitlerine doğru bağımlılık yaratıyordu. İskemle üzerinden dışarıya doğru harekete geçtiğinde eklem ağrılarının ortaya çıktığına kuşku yoktu. Yarı şuurlu olmak, tüm tıbbi delillere rağmen acısını dindiren bir morfin etkisi yapabiliyordu kendisine…
Ertesi günün ilk saatlerine kırk beş dakika kalmıştı. Tik tak, tik tak ve tik tak şeklinde en istikrarlı haliyle yelkovan ile akrebin aşkını senelerdir anlatmaya doyamayan duvar saati, halen daha mücadelesini sürdürüyordu. Ta ki, pili bitene kadar… Yelkovan ile akrebin aşkı da bir kalp atışı misali pillerin ömrüne bağlıydı. Genç ihtiyarın kapkaranlık bir oda içerisinde, göz bebeklerinin dikkat kesilmeye alışkın oldukları en önemli eşyaydı duvar saati.
Alkol zamanı gelmişti. Gündüzleri bir köşe kahvehanesine giden yaşlı ve acınası suret, gençliğine dönmeye geceleri karar veriyordu. Buzdolabından bir önceki akşamın emaneti olan konyağını aldı ve sahiplendi. Yırtık bir döşeğin en yumuşak köşesinde her zamanki yerini aldı. Artık Kemalettin Tuğcu‘nun kitaplarını yaşıyor gibiydi.
Emekli maaşı, sıska bir beden inşaa etmişti. Alkol ve sigara ikileminden dolayı servetine fakirlik katan soytarı bir yaşlıydı artık. İnsanların kendisine küçük beslemeye bakar gibi bakması ise, aldanıştan öte onur kırıcıydı.
Ve alkolün tesiri sükûnetle başladı saatin üçü çeyrek geçtiği bir an içerisinde…
Gençlik senelerinden ilk aşkına veryansın bir halde seyahat etmenin keyfi başlıyordu bu gece de …
Sene 2000’lerden bir sene…
Bizim ihtiyar, lise çağlarında bir tombul oğlan;
İlk kalp titremelerinden birisi…
Kıvırcık saçlı bir kız. Göz bebeklerinin rengi toprak rengi. Cinsel tecrübesinin bir dudak ıslaklığından öteye geçmediğine inandığı rahibe edası. Dizlerinden ötesini gizemli kılan mini eteği. Ellerinin güzelliğine ise henüz bir tanık yok.
Bir okul çıkışı… Günün ismi hatırlanmıyor… Kızın ilk öpücüğü bir okul servisinin park halinde yarattığı en kuytu köşede gerçekleşiyor. Bizim genç ihtiyarın gözü önünde ve okulun en yakışıklı erkeklerinden birisiyle… Kalbe karşı olan gurur zedelenmesinin yıkım yarattığı bir baş dönmesi. Oysa, yine de umudun yitirilmediği günlerden bir gün… Bir dudak ıslaklığını kızda ilk kez yaratan yakışıklı erkeğin dahi çabuk unutulacağına inanılan gurursuzluğun ilk temeli.
Yaşadığı muhite, bindiği okul servisine ve oturduğu okul sırasına karşı duyulan aşkın filizlendiği titrek seneler… Lodos ile poyrazın ayrımı ders kitaplarında pek net anlatılmıyor. Anadolu Selçuklu Devleti en sıkıcı haliyle tarih kitaplarında. İnkılap tarihi derslerinde Atatürk’ün aşkları konuşulsa, bir nebze dert ortağı olabilirdi hocalar.
Sınıfının adı hatırlanmıyor. Kızın giydiği ayakkabılar, minik bir bebeğin tatlı pabuçları kadar narin. Onunla iletişim kurabilen arkadaşlar dahi en gözde kişiler…
Hatırladığı şuursuz satırlar yukarıdaki kadar kısa ve özdü ihtiyarın. İhtiyatlı bir gayretle içmeye çalıştığı sigaralar kül tablasını yine batırmıştı. Sabah ezanıyla birlikte, günlerden pazardı artık. Sabah radyolarında ezberlenmiş programlardan hiçbiri yoktu. Topyekün bir tatil başlamıştı ülkede.
Gayretle yerinden kalkmaya çalıştı ihtiyar. Gece emanetini gündüze teslim ettiğinde uyumak en yüce fikirdi. Artık pazar sohbetleri başlayacak, mahalledeki genç işsizler ve şuurunu yitirmeye kendisini teslim etmiş ihtiyarların uyku vaktiydi…
Saat 06.30 idi…