Cumhuriyet kadınları! Cumhuriyet öncesi Türk toplumunda kadınların konumu geleneksel sistem içinde konumlanmıştır.
Hala da devam eden ataerkil sistem o dönemlerde daha keskin sınırlarıyla var olmuştur. Kadının konumu sadece evde anne olmaktır. Fakat evde dahi erkek, kadına sınırlar koyabilirdi. Kadın her şeyi yaparken erkeğe sormak durumundaydı. Kadının giyiminden, bedenine hatta cinselliğine kadar karışılıyordu.
Erkek kendisinde bu yetkiyi görüyordu. Erkeğe göre kendisi, kadından üstündü bu sebepten herhangi bir konuda kadın adına karar alabilirdi. Bunun yanı sıra kadını, siyasetten anlamayacak bir cinsiyet olarak niteliyor gerekirse onlar adına da biz karar alabiliriz diyorlardı. Böyle bir baskıcı toplumda dahi kadınlar kendilerine sunulan konumu kabul etmiyor hakları için direniyorlardı.
Sadece Türkiye’de değil dünyada da çoğu ülkede 19. Yüzyılda Feminist kadın hareketleri başlamıştı. Kadınlar eylemler düzenliyor çeşitli direnişler gösteriyordu. Osmanlı döneminde ise kadınlar, eylemden daha çok çıkardıkları dergiler, gazeteler ve verdikleri konferanslar ile haklarını sesli bir şekilde dile getirmeye çalışmışlardır. Kadınlar sadece hakları için değil memleket meseleleri üzerine de yazılar yazmış, gazeteler çıkarmışlardır. Fakat o dönemki toplum, kadınlara oy hakkını vermek bir yana, gazete ve dergilerde kadınların siyasi konuşmalarından dahi rahatsız oluyordu. Kadın, evde çocuğuna bakmalı algısı yıkılmıyordu.
Türk kadını, toplum onu nasıl görürse görsün ülkesine yardım etme fırsatı eline geçtikçe bunu değerlendirmiştir. Kadınlar, Kara Fatma gibi savaşta bir asker olarak yer almış, Halide Edip Adıvar gibi mitinglerde var olmuşlardır. Cumhuriyet’in ilanından önce 15 Haziran 1923’te Nezihe Muhiddin ve arkadaşları, siyasi, sosyal ve iktisadi anlamda kadının konumunu iyileştirmek amacıyla “Kadın Halk Fıkrasını” kurdular. Kadınlar, milli mücadele ile ülke meselelerine karışmak ve ülkesi için bir erkek kadar söz sahibi olmak istemiştir.
Türk kadının en büyük destekçisi olan Atatürk, kadınların bu çabasının üzerine şu sözleri sarf eder: “Dünyada hiçbir milletin kadını, milletin kurtuluşuna ve zafere götürmekte, Anadolu kadınından daha fazla çalıştım diyemez. “Türk kadını gerek milli mücadele verilirken gerekse Cumhuriyet’in temelleri atılırken toplumun kendine sunduğu konumu reddetmiş, ülkesi için her şeyi yapmış ve ülkesini daha iyi yerlere taşımıştır.”
Cumhuriyet’in ilanı ile bir modernleşme sürecine girilmiştir. Bu süreçten yararlanmaya çalışan kadınlar sınırlı da olsa kamu alanlarında kendilerine yer bulmaya başladılar. Türk kadınları, kendileri için geç ama çoğu Avrupa ülkesine göre daha erken oy kullanma hakkına sahip oldu. Türk kadınları, 1934 yılında oy hakkını elde edip Türk siyasetinde söz sahibi olmaya başladılar. Artık haklarını ve ihtiyaçlarını kendileri dile getirebileceklerdir. Gelin bu çabalarıyla kadının konumunu daha ileriye götüren Cumhuriyet kadınlarını hatırlayalım:
İlk kadın tıp doktoru olan Safiye Ali, 1933 yılında İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi’ne doçent olup 1944 yılında da aynı üniversitede profesör olan Fazıla Şevket Giz, ilk Türk kadın muhtar olan Gül Esin, ilk Türk kadın avukat olan Süreyya Ağaoğlu, Türk tiyatrosunda sahne alan ilk Türk kadın tiyatrocu Afife Jale, ilk Türk kadın emniyet müdürü olan Feriha Sanerk, Mustafa Kemal Atatürk’ün manevi kızı ve aynı zamanda ilk Türk kadın pilotu olan Sabiha Gökçen, Latin alfabesinin öğrenilmesi için çaba sarf etmiş ve ilk kadın milletvekillerinden olan Benal Nevzat İstar Arıman, Cumhuriyet tarihinin ilk kadın öğretmenlerinden olan Refet Angın ve nice Cumhuriyet kadınları…
Türkiye Cumhuriyeti’nin 98. Yılını kutlarken Cumhuriyet’in kadınlar üzerinde etkisini ayrı bir ele almalıyız. Çünkü Cumhuriyet, kadınlar için bir yönetim şekli olmaktan daha fazlasını ifade eder. Türk kadını Cumhuriyet ile hem yeni rejimine, bağımsız bir Türkiye’sine hem de kendi özgürlüğüne kavuşmuştur.
Bugünkü yazımı, varlığıyla Türk kadınının en büyük güç kaynağı olmuş Mustafa Kemal Atatürk’ün şu sözüyle bitirmek istiyorum: “İnsan topluluğu kadın ve erkek denilen iki cins insandan mürekkeptir. Kabil midir ki, bu kütlenin bir parçasını ilerletelim, ötekini ihmal edelim de kütlenin bütünlüğü ilerleyebilsin? Mümkün müdür ki, bir cismin yarısı toprağa zincirlerle bağlı kaldıkça öteki kısmı göklere yükselebilsin?”