Çocuklar koşmasın, kodlasın! Anaokullarının tanıtımlarında “Kodlama Öğretiyoruz” reklamının sık sık geçmeye başladığı şu günlerde yaşadığımız dönemi daha da garipsemeye başlıyorum.
Genel anlamda dört altı yaş arası çocukların gittiği ve önceden temel amacın; çocukların beslenme, öz bakım, sosyalleşme, yaş grubu ile etkili iletişim kurabilme, grup oyunları oynayabilme gibi becerilerini desteklemek üzere olan kurumlar nasıl oldu da bir yarış yuvası haline geldi? Dört yaşındaki bir çocuğun kodlama öğrenmesi mi daha önemli yoksa hiyerarşik tabloda en altta yer alan becerileri edinmesi mi?
Emeklemeyi Öğrenemeden Koşmamızı Talep Ediyorlar
Bir bina düşünelim. Bu binaya henüz sağlam bir zemin oluşturmadan katları çıkmaya çalışırsak ne olur? Kolayca yıkılır. Biz çocuklarımıza henüz temel becerileri vermeden ve bunları pekiştirmeden üstüne üçüncü dördüncü belki sekizinci katlar olan yabancı dil, sanat, kodlama gibi becerileri eklemeye çalışırsak doğru yapmış olur muyuz? Oyunun çocuklar üzerindeki etkisini küçümseyemeyiz. Birçok düşünürün oyunun önemine dair önemli söylemleri vardır. Çocuk gelişimi açısından da oyun çok önemli bir etken olarak görülür.
“Çocuklar oyun oynama özgürlüğüne ve zamanına ihtiyaç duyarlar. Oyun bir lüks değil. Oyun bir zorunluluktur.” – Kay Redfield Jamison
Özellikle seksenler neslinin sık sık anlattığı sokak oyunları, akşam ezanından önce asla eve girmeden mahalle arkadaşlarıyla oynamalar geride kaldı farkındayım. Ekran bağımlısı ve idealinin çok daha üzerinde vücut kitle indeksine sahip çocuklar yetişiyor. Fakat önceden anaokulları çocukların seksenlerdeki mahalle zevkini yakalayabildiği, koşabildiği, saatlerce oyunlar oynadığı, kaliteli (boyama, çizim alıştırmaları, tiyatro, grup oyunları gibi) aktiviteler yaptıkları bir kurumken şimdi bu dönüşüm gerçekten gerekli mi?
Suçlu Kim? Ebeveynler mi Dönem mi Okullar mı?
Kim çocuklardan kodlama öğrenmesini talep ediyor? Hep daha fazlasını talep eden modern ve kapitalist dünya sistemi mi? Ebeveynler bu düzene ne oranda karşı koyabiliyorlar ya da bu durumun normal olmadığının farkındalar mı?
Her becerinin bir zamanı var. Böyle olmak zorunda çünkü insanın gelişim süreçlerinde ileri sarma tuşu yok. Önce somutları anlamamız lazım. En önemli hayatta kalma becerilerinden olan kendi başına yaşayabilme becerilerini edinmek, pekiştirmek, geliştirmek tüm bunların ardından da hiyerarşik sistemde bir üst basamağa geçmemiz lazım. Daha birinci ve en temel aşamayı hayatımıza entegre edemeden dördüncü beşinci kata çıkmaya çalışmak oldukça anlamsız olacaktır.
Dönem bunu talep ediyor olabilir ama tüm talepler de bir arz meselesidir. Çocuklarımızın sağlığı için “dur” diyeceğimiz noktayı hem kendimize hem okula hem sisteme karşı bilmemiz gerekiyor.
Nasıl Olmalı?
Kendi çocuğumu bir anaokuluna gönderecek olsaydım öncelikle değer vereceğim noktalar öğretmen ve ortam etkenleri olurdu. Sınıflar yeterli genişlikte mi, güvenlik önlemleri alınmış mı, öğretmeni nasıl bir öğretim metodu izliyor, oyun ihtiyacını karşılayabilecek ve grup oyunlarına da dahil olabileceği bir ortamı sağlayacaklar mı, yemek uyku gibi düzenleri nasıl sağlıyorlar, bana çocuğum hakkında dönütleri ne sıklıkta ve derinlikte yapacaklar gibi etkenlere dikkat ederdim. Ayrıca sınıfında özel bireylerin bulunması da beni çok mutlu ederdi!
Hayat hiçbir zaman izole değildir. Çocuklarımızı fanusta yetiştiremeyiz. Çocukların farklı dilden, dinden olan ya da farklı fiziksel özelliklere sahip kişilerle de bir arada olabilmesi gerekir. Mesela görme engelli bir arkadaşı olursa onun yaşadığı zorlukları ya da sahip olduğu gelişmiş diğer duyuları (işitme gibi) gözlemleyerek empati yeteneğini arttırabilir. Empatisi, ahlakı, merhameti yüksek çocuklar yetiştirmek kodlama bilen çocuklar yetiştirmekten çok daha önemli ve kıymetlidir.