Fark edilmeyen küçük bedenler… Çocukluk kavramı; geçmişten günümüze süregelen, gelişim süreci içerisinde bulunan, insanın en masumane duygularını barındıran iyi olma halidir.
Genellikle bu kavram için oluşan tanımlar, nesnel olmamakla birlikte öznel yargılar içermektedir. Çünkü çocukluk kavramı; her çağ ve her toplum için hatta aynı toplumun farklı bölgeleri için apayrı şeyler ifade etmektedir.
Örneğin eski zamanların Hristiyan bölgelerinde çocukların “günahkar” doğduğuna inanılır, hatta diğer inanışlarda, çocuklar 6 yaşına geldiklerinde yetişkinler ile eş değer sayılarak, aynı muameleyi görürdü. Savaşa katılır, aynı şekil cezalandırılırdı. Ama Osmanlı döneminde bu durum tam tersiydi, çocuklar “masum” sayılarak küçük yaştan eğitime yönlendirilirdi. Örneklerde de görüldüğü üzere çocukluk kavramı inanıştan inanışa, bölgeden bölgeye dahası kişiden kişiye farklılık gösterebilmektedir. Bu durum çocukluğun toplumsal değer ve yargılardan etkilendiğinin de bir kanıtıdır. Ama gün geçtikçe çocukluğun tanımında iyileşmeye gidilerek, 0-18 yaş aralığında olan her birey çocuk sayılmıştır.
Her dönemde farklı anlamlar taşıyan çocukluk, Birleşmiş Milletler sayesinde tek bir cümleye indirgenebilmiştir. Bu yeni ve modern anlamıyla birlikte çocukluğun hak ve hürriyetleri de gün yüzüne çıkmış ve birçok ülkenin de kabulü ile Çocuk Hakları Sözleşmesi imzalanmıştır.
Daha doğrusu çocuklar için yapılan fakat çocukların varlığından haberinin dahi olmadığı, birçok ülkede kabul edilen fakat çoğu ülkenin uygulamadığı bir sözleşmedir kendisi. Şöyle ki; Türkiye de dahil olmak üzere 196 ülkenin taraf olduğu, içeriğinde çocuğa ait tanım ve beraberinde de yaşama, beslenme, barınma, sağlık gibi birçok hakların bulunduğu, çocuğu ihmal, istismar, şiddet, ayrım gibi insanlık dışı davranışlardan korumayı amaçlayan ve tüm çocukları kapsayan bir insan hakları belgesidir.
Fakat bu bildirgeyi kabul eden 196 ülkeye rağmen, 2018 yılında Türkiye’de yapılan Uluslararası Çocuk İstismarı ve İhmali Çalıştayı sonuçları, 2012 yılında dünya da toplam 95.000 çocuk ve ergenin cinayete kurban gittiğini, her 10 çocuktan 6’sının düzenli olarak bakıcıları tarafından fiziksel cezaya maruz bırakıldığını, 13 ile 15 yaş arasındaki her 3 öğrenciden birinin düzenli olarak zorbalıkla karşılaştığını, 20 yaşından küçük çocukların hayatlarında en az bir kez zorla cinsel ilişkiye girme veya diğer cinsel eylemlere maruz kaldığını göstermiştir. (Türkiye milli pediatri derneği, 2018) Bir diğer kaynak verilerine göre ise; Dünyada her yıl yaklaşık 40 milyon çocuğun istismara maruz kaldığı tahmin edilmekte ve ABD, İngiltere, Almanya, Rusya, Hindistan gibi ülkelerin de başı çektiği görülmektedir. Türkiye ise dünyadaki çocuk ihmal ve istismarında İnsan Hakları Derneği’nin 2018 raporuna göre dünyada 3. sırada yer almaktadır. 2002’den bu yana ise Türkiye de 440 bin çocuk doğum yapmıştır. Ayrıca erkek- kız çocuklar arası ayrım da gözle görülebilecek düzeydedir.
Çocuğa ve çocuk benliğine yapılan bu savaşlar yazılara dökülecek kadar kısa ve fark edilmeyecek kadar gizli değildir. Çünkü tüm dünyada yaklaşık 50 milyon çocuk kendi ülkelerinin sınırları dışına göç etmiş ya da zorla yerlerinden edilmiştir. (UNICEF, 2016) Bu göçler sırasında binlerce çocuk, Aylan bebek gibi ölmüş, yaralanmış, kaçırılmış, satılmış veya insanlığa aykırı ortamlarda bulunmak zorunda bırakılmıştır.
Ayrıca çocuk işçi olarak çalıştırılan çocukların sayısı da dünya çapında 160 milyona yükselmiştir. (UNICEF, 2021) Yani görüldüğü üzere bu vahşetin hepsi tüm bu olaylara gözlerini yuman, kulaklarını kapatan, üç maymunu oynayan medyanın ve bizlerin gözleri önünde olmaktadır. Ve bu istatistik veriler gün geçtikçe azalmamakta aksine daha da artmaktadır. Umarım çok geç olmadan insanlığın, çocukları korudukça var olabileceğini ve ileride geleceğimizin çocuklarımızın kurduğu gelecekten ibaret olacağının farkına varabiliriz.