Biz Tanrı’nın çiftliğindeki karıncalarız. Tanrı izliyor, biz yaşıyoruz. Kimimiz işçi, kimimiz savaşçı, kimimiz kral ve kraliçeyiz.
Hepimiz onun sıkılmasını, içinde bulunduğumuz fanusun sallanmasını bekliyoruz.
Bizler saçma bir hayatın yaşayanlarıyız, bize çizilen sınırlar içerisinde var olmayı, var olmakla yetinmeyerek bir şeyler olmayı planlıyoruz. Çabalarımız karşılığında kazandığımız başarıları Tanrı’nın ödülü olarak kabul ediyoruz.
Lakin o iş öyle değil, biz Tanrı’nın karınca çiftliğindeki karıncalardan başka bir şey değiliz. Başarılarımızı kendi çabalarımızın karşılığı olarak alıyoruz, ya da almıyoruz. Zaten bu da bizi sürekli izleyen bir varlığın olmadığını, olsa dahi izlemekle yetindiğini gösteriyor. Bizler çabalıyoruz bazen kazanıp, genellikle kaybediyoruz. O, şu, bu gibi birçok neden ve haksızlık sebebiyle kaybediyoruz Tanrı’nın locasından bu yaşantımıza kimi zaman üzülüyor, kimi zaman kızıyor, kimi zaman da gülüyorlar. Şimdi diyeceksiniz ki “bu Tanrı izlemekten başka bir şey yapmıyor mu”.
Aslında yıllar önce Dünya var olurken yapması gerekeni yaptı, karnımız doysun diye ağaçlar yeşertti, tohumlar ekti ve oynayalım, süslenelim, giyinelim diye madenler bıraktı. Tohumları ve ağaçları adaletsiz dağıtıp bir kısmımızı bizim aç gözlülüğümüz sebebiyle açlığa mahkum etti. Hırsımız sebebiyle madenler için çıkan savaşlarda madenlerden yaptığımız silahlara ortaya çıkardığımız katliamları seyretti. Kısacası Tanrı birçok şeyi yapmanın gururunu yaşarken, hiçbir şey yapmamayı tercih etti. Hatta bu cümleden sonra koyacağım son noktanın sebebi de Tanrı’nın ta kendisidir.