Sinemada ve televizyonda uyarlama hikâyelerin çekilmesi, alışageldiğimiz bir durum.
Yalnız bizim ülkemizde değil, birçok ülke daha önceden, başka ülkede yapılmış işleri beyaz perdeye veya televizyona uyarlıyor. Fakat son yıllarda bizim dizi ve film yapımcılarımız biraz fazla uyarlamaya başladı sanki…
2000’li yılların son yıllarında Türk Edebiyatının önemli eserlerini günümüze uyarlayıp izleyici karşısına çıkartıyorduk. Aşk-ı Memnu, Yaprak Dökümü gibi yapımlar kaliteli bir şekilde uyarlandı ve rekorlar kırdı. Hatta tekrarları bile halen rekor kırıyor. Sonuçta geçmişte yazılmış bir hikâyede olsa kendi hikâyemiz olması ve Dünya’nın başka ülkelerinde de rağbet görmesi önemli bir başarıydı. Fakat bu furya da bir süre sonra yapımcılar için ‘’kütüphaneye gidelim çıkışta dizi yaparız’’ mantığına dönüştü ve daha sonra kitap uyarlaması olan yapımların büyük çoğunluğu izleyiciden not alamadı, erken finallerle veda etti.
Günümüzde ise bu uyarlama furyası büyük bir kısmı Uzak Asya uyarlaması olan hikâyelere döndü. Özellikle Kore’den fazlaca hikâyeyi televizyonda izledik. Kızım, Kadın, Mucize Doktor gibi yapımlar bunlardan bir kaçıydı ve gerçekten kaliteli işlerdi. Senaristlerimiz ve Yönetmenlerimiz kabul edelim ki ellerine aldıkları hikâyeyi kendimize uyarlarken gayet başarılı. Orijinal halinden daha etkili bir drama çıkartabiliyoruz. Oyuncularımızın popülerliği da daha fazla. Yurtdışına pazarlama konusunda da gayet başarılıyız. Bunlar olumlu ve güzel yanları.
Fakat akla şu sorular geliyor mu? Senaristlerimiz orijinal hikâye çıkarıyor mu? Çıkarıyorsa yapımcılarımız o hikâyelere güvenmiyor mu? Kendimize hikâyemiz olsun derken de neden gerçekte yaşanmış hikâyelerine sarılıyoruz? Bu tip soruların cevabı belki de tek: Başı belli, sonu belli. Maceraya atılmak istenmiyor. Oyuncularımız iyi, yönetmenlerimiz iyi, senaristlerimiz iyi uyarlanıp gidiliyor mantığı tam anlamıyla yerleşmiş durumda.
Son dönemde bu zinciri kıran tek dizinin ise Son Yaz olduğunu düşünüyorum. Dizinin hikâyesi hiçbir eserden, gerçek hayat hikâyesinden veya daha önceden yapılmış bir işten alıntı değil. Selim ve Akgün karakterlerinin ayrı hikâyelerinin kesiştirilmesi gerçekten güzel bir iş çıkardı. Aynı senaryo grubu (Deniz Dargı, Cenk Boğatur, Cem Görgeç) daha önce Güneşin Kızları dizisinde de gayet başarılıydı. (Güneş ve Haluk’un ayrı başlayan hikâyeleri aslında bir bütün hikâyenin devamıydı.) Demek ki istesek kaliteli işleri kendimiz de üretebiliyoruz. İstesek daha iyilerini de üretiriz. Bundan hiçbir şüphe yok.
Yani konun özü o ki; uyarlama yapamazsak dizi de çekemeyiz filmde diye bir durum yok. Sadece sonunu önceden bilelim de sürprizi kaçsın diye bir düşüncemiz var. Bence biraz da yazarlarımıza güvenelim ki kendileri başlayınca kendilerinin de bitirebildiğini görebilelim.