Doğadaki her canlının, yaratılan her mahlukatın bir görevi var…Yaratılışın gayesi bu.. Her yaratılan, belli bir görevle gelir bu evrene… Dikenler çıksa da önüne yürüdüğün gül bahçesidir.
Herkese merhaba sevgili yol arkadaşlarım, bugün size kendimden bir şeyler anlatmakla başlayacağım yazıma…
Bir süre iş hayatımda kötü bir iftiraya uğradım. Bu olay karşısında o an çok çaresizdim. Çünkü etrafımda şekilci, kendinden olmayanı dışlayan ve onlar gibi olmayınca zorlayan, insaniyet makamına ulaşamayan, zavallı beşerlerle karşı karşıyaydım. Gönül gözleri kapalı, kulakları sağırdı. Beni kafalarına göre yargıladılar. Ekip biçtiler. Ben sustum. Sadece sustum.. Kendimi savunma gereği bile duymadım… Suçlu olan insan kendini savunur. Daha sonra eşim rahatsızlandı. Allah’ım çok şükür ki iyileşti, o konuşan herkesin ağzı Allah tarafından kapandı….(o zaman bu kadar teslimiyetçi değildim)
Allah onlardan razı olsun.. Benim tasavvuf yolculuğumun başlamasına ve sufizme girmeme vesile oldular. Allah onlardan razı olsun… Beni gerçek bir İslam yolcusu yaptılar…. Benim o dönem tek içimden söylediğim söz ise:
Yunus Emre’nin, “edebim el vermez edepsizlik edene, susmak en güzel cevaptır, edebi elden gidene”… Susmak, siz susunca mazlumu Allah savunur… Onun adaleti çok büyük….
Kendi hikayemde anlattığım gibi, şerden hayır oldu…..
Hayatıma giren ve bana bunları yaşatanlara teşekkür ediyorum.. Allah onlardan razı olsun..
Mevlana ne güzel demiş : “Gözyaşının bile görevi varmış, kendinden sonra gelecek mutluluk için temizlik yaparmış”.
Doğadaki her canlının, yaratılan her mahlukatın bir görevi var…Yaratılışın gayesi bu.. Her yaratılan, belli bir görevle gelir bu evrene… Her canlı, esması ve yaratılışının gerektirdiği gibi yaşar..
Bununla ilgili bir kısa hikaye anlatayım size mesneviden..
Bir kurbağa ve akrep varmış. Bunlar çok yakın arkadaşlarmış. İkisi, bir gün nehrin karşısına geçmek için sözleşmiş. Akrep, kurbağaya demiş ki: “Kurbağa kardeş beni de karşıya geçirir misin sen kurbağasın, sana bir şey olmaz. Ben senin sırtına binerim karşıya geçeriz.” Bunu duyan kurbağa :” nasıl olur sen akrepsin, beni sokarsın “demiş. Akrep bunun üzerine :” olur mu öle şey seni sokarsam bende boğulurum, o yüzden yapamam “demiş. Bunu duyan kurbağa ikna olmuş. Kurbağa sırtına akrebi almış… Tam karşıya geçerken suyun içinde kurbağa sırtında bir ağrı hissetmiş. ” ah yandım “demiş. Akrebe dönüp” bunu niye yaptın demiş. Akrep mahcup bir ifadeyle “çünkü ben akrebim” demiş. Yaratılışının ve esmasının gereğini yapmıştır.
O yüzden doğadaki düzeni bozmamak, evrenin yaratılışını ve döngüsünü kabullenmek saygı göstermek lazım.
Doğadaki tüm hayvanlar, tabiat, insanlar bir ekolojik denge ve bir süreç içerisinde hayatlarına devam ederler. Bazen uzaktan kötü gibi dursa da, bazı olaylara müdahale etmemeliyiz. Akışa teslim olmalı, kabul etmeliyiz.
Bununla ilgili bir hikaye daha anlatayım size.. Kelebeğin hikayesi…
Vaktiyle bir adam kırlarda dolaşıyormuş.. Tabiatı inceliyor, doğanın eşsiz nefesini içine çekiyormuş… Dolaşırken birden gözü bir ipek kozasına çarpmış.. Küçük, buruşuk kanatlı bir kelebek bu kozadan çıkmaya çalışıyormuş. Adam başlamış kelebeği incelemeye… Bu harika olayı izlerken, kendinden geçmiş. Demiş ki, ben bu kelebeğe yardım edeyim. Düşünmüş taşınmış. Kozanın kenarlarını yırtarak, ona yardım etmeyi istemiş. Böylece daha rahat uçacakmış. Kozayı yırtmış adam. Beklemiş,. Sonrada kelebek uçsun diye… Ama kelebek kanatlarını açmış, havalanamadan yere çakılmış. Sonra da ölmüş..
Adam şaşırmış bu duruma.. O iyilik yapmak istemiş kelebeğe. Bu nasıl olur demiş içinden.
Meğerse kelebek kanatlarını güçlendiriyormuş, uçma kaslarını geliştiriyormuş. Her gün o Kozayı yırtarak. Yapıyormuş bunu . Adam bunu engellemiş. Ve uçamamış. Ölümüne neden olmuş bu olay kelebeğin.. Adam hayatının dersini almış.
Bazen yaşadığımız sıkıntılar, zorluklar, çabalar bizi bir yere, getirmek içindir. Sıkıntılar, dertler, zorluklar bir rahmete işarettir. Dert, insana daima yol gösterir. Der Mevlana.. Tıpkı bu hikaye gibi..
Her karanlıktan sonra bir aydınlık gelir…
Yin-yang felsefesini HATIRLAYALIM. Her kötülüğün içinde bir iyilik, her iyiliğin içinde bir kötülük vardır. Yani tasavvufta da her hayırda bir şer, her şerde bir hayır vardır.
Size bununla ilgili son bir hikaye anlatacağım..
Bir köyde, çok güzel bir bilgelik ağacı varmış.. Bu ağaçta çok güzel meyveler ve kötü çürümüş meyveler de varmış.. Köylüler bu ağacın şifalı olduğuna inanmışlar. İçlerinden en yaşlı olanı “ben yerim bu ağacın meyvesini nasıl olsa yaşlıyım ölürsem de sıkıntı yok ama yaşarsam da genç bir delikanlı olurum” demiş. Elmayı ağaçtan koparmış ve yemiş birden genç, yakışıklı, uzun boylu, hoş bir delikanlı olmuş… Köylüler, şaşırıp kalmış bu işe.. Köyde çocuklar hastalanmış bir gün.. Ağacın elmalarından yedirmek istemişler… Biri demiş ki: “Çocuklar bunları gelişigüzel yerler, hasta olurlar.. En iyisi sağlam olanlar kalsın, çürük elmaları keselim” demiş. Bütün ahali onaylamış. Kesmişler çürük elmaları.. Ağaç, yavaş yavaş gün geçtikçe ölmeye başlamış. Meğerse köylüler, o çürümüş elmaları keserek ağacın köklerinin yok olmasına vesile olmuşlar.
Bu hikayede ki gibi kötülükle iyilik iç içedir. Hayat zıtlıklarla güzeldir.
Son olarak, size kendime ait bir şiirle veda edeceğim
Dikenler niye yolumda deme, gül bahçesine az kalmıştır..
Her şerden isyan etme sonunda bir hayır vardır.
Çıkar karanlıklar elbet aydınlığa.
Açılır kapılar rahmaniyet nurlarına
Sıkıntılar zıtlıklar hayatında olsa da
Rabbine teslim ol onun tecellisi tüm yaratılanda…