Felaketler zincirinde suçluyuz ve dünyamız bize, bunu çok açık bir şekilde söylüyor. Bunu anlamak için daha ne olması gerekiyor?
Kıymetli okurlarım, bir sürelik aradan sonra yeniden sizlerle buluşmaktan ötürü sevinçliyim. Kısaca aktarmam gerekirse, içinde bulunduğumuz zorlu günlerde başımıza gelen felâketler hakkında tam ve doğru bilgi sahibi olmadan yazmanın okuyucularımı yanıltmak olacağı için kalemim yazdıysa da yayınlamamayı uygun buldum. Bu sebeple bugün sizlerle biraz kendimizi, biraz yaşadığımız dünyanın mesajlarını konuşmak istiyorum.
Son günlerde yaşanan felaketler zincirini izledikçe dünyada yaşamanın ne kadar zorlu bir görev olduğunu düşünüyorum. Çünkü gelişen teknoloji, kolaylaşan yaşam beraberinde başka sorunları getiriyor. Uzunca bir süredir görmezden geldiğimiz doğaya ne boyutlarda zarar verdiğimiz gözlerimiz önünde duruyor.
Tüm dünyada bir türlü bitmek bilmeyen yangınlar, diğer yanda sel ve su baskınları, öbür yanda denizlerimizde yaşanan kirlilik ve ismini henüz duyduğumuz deniz salyası gibi musibetler, depremler ve iklimde görülen değişiklikler. Tüm bunlar yalnızca ülkemize özel bir durum değil elbette, lakin ülkemizde bu zincirden ziyadesiyle nasibini aldı.
Yemyeşil olan Akdeniz bölgemizde ağırlıklı olarak başlayan yangınların ülke genelindeki sayısı iki yüzleri buldu, diğer yandan sel ve düzensiz yağışların yaşamımıza büyük etkisi üst üste geldi. Evvela, yaşanan felâketlerde hayatını kaybeden vatandaşlarımıza Allah’tan rahmet diliyorum. Sesini hiç duymadığımız, ismini hiç bilmediğimiz milyarlarca hayvanın yok oluşuna, ülkemize nefes olan ormanlarımızın kararmasına tarif olacak bir kelimem maalesef yoktur. Acıdan başka ne söylenebilir bilemiyorum.
Elbette, bu yangınların hayati boyutuna dokunmadan geçmemek gerektiğine inanıyorum. Devletimizin ilgili makamlarının ve birimlerinin yanı sıra vatandaşlarımızın büyük mücadelesiyle nihayete erdirilen yangınları kimlerin çıkardığı hususunda ortada dolaşan söylentiler mide bulandırıcı. Bu memleket terörden, terör yandaşlarından ve onlarla işbirliği yapanlardan çok çekti. Hâlen bedel ödüyoruz. Bu coğrafyada yaşamanın bedeli ağırdır, ama bu bedeli doğadan, hayvanat ve nebatattan çıkarmanın hiçbir insani yanı olamaz. Bu vahşilikten başka bir şey değildir. Bu vesile ile eğer sebep olanlar var ise Allah’ın laneti üzerlerine olsun.
Diğer yandan, bazı bilim çevrelerinin bu yangınların beklendiğini, devam edeceğini söylemesi ise işin başka bir boyutudur. Bilimin gücüne inanıyoruz, ama bilimi de yaratan Allah’ın gücüne ancak ve ancak sığınmak düşer. Eğer bu yangınlar doğal yollarla oluştuysa işte bu noktada durmak ve deyim yerindeyse şapkamızı çıkarmak zorundayız.
Koronavirüs öncesinde Pandemi sürecini anlatanlar olsaydı inanmazdık lakin olmaz denilen ne çok şey yaşadık ve hâlen yaşamaya devam ediyoruz. Bu sebeple, şapkamızı çıkarıp doğayı ve vermeye çalıştığı mesajı dinlemez isek, yakında hayal dahi edemeyeceğimiz durumlarla karşı karşıya kalmamız mümkün görünüyor. Yakın tarihte yapılan “İklim Uyum Zirvesi” sonuç bildirgesinde bizler için “Kırmızı” alarmdan bahsedilmişti. Yani, henüz son noktaya varılmadı, düzeltme şansımız kaybolmadı denilmek istenildi.
İnsanoğlu, bu mesajları almak zorunda! Görmezden gelmeye devam edemeyiz. Maskesiz dolaşamadığımız sokaklarda yarın, hiç dolaşamamayı düşünmek zorundayız. En önemlisi de, bize miras kalan bu dünyayı bizden sonraki nesle; yani çocuklarımıza en azından aldığımız hâliyle devretmek borcumuzdur. Bu borç aynı zamanda Yüce Allah’ın bize yüklediği bir görevdir.
Savaşa giden askerlerine, “Ağaçları kesmeyeceksin, yaşlılara, kadınlara, çocuklara, aman dileyene ve silah bırakana dokunmayacaksın!” emrini veren yüce dinin mensubu olarak, yaşanan felaketlerden ötürü sorumlu olduğumuzu kabul etmeliyiz.
Kıymetli okuyucularım, zorluklar elbette insanoğlu içindir. Bu dönem bizim sınavımız ve bu dönem bizim günahımız, bu yüzden bazı şeyleri tekrar düşünmek zorundayız. Olaylara ister dini, ister ilmi ister sıradan bakın fark etmez. Suçluyuz ve dünyamız bize, bunu çok açık bir şekilde söylüyor. Bunu anlamak için daha ne olması gerekiyor?