Erken çocukluk dönemi izleri geleceğin adımlarını oluşturur. Çocuklar, gözlerini dünyaya açtıklarında ilk sosyal çevresi olan ailesiyle/bakım verenleriyle karşılaşır.
Dünyaya geldiği anda doğuştan getirdiği emme, soluma, tutunma gibi birkaç reflektif hareketlerinin dışında henüz öğrenilmiş bir davranışı yoktur. Çocuk içinde bulunduğu çevreyi tıpkı bir kamera kaydı gibi zihnine kaydeder ve bu kayıtlar zamanla çocuk tarafından model alınır. Böylelikle çocuğun şekillenme süreci başlamaktadır. Bu süreçte çocuğun ilk karşılaştığı sosyal çevresi yani bakım verenlerinin rolü oldukça büyüktür. Çünkü erken çocukluk dönemi, kişiliğin temellerinin atılması açısından büyük öneme sahiptir.
Çocuk ailenin aynasıdır
Model alma, erken çocukluk döneminde olan bir çocuğun en çok ihtiyaç duyduğu şeydir. Böylelikle gözlemlediği davranışları birer birer uygulamaya geçirir. Uygulamaya geçen davranışlar ise çocuğun içinde bulunduğu çevreye ve model aldığı kişilere göre de değişiklik gösterir. Tıpkı aynaya yansıyan siluetler gibi. Bu sebeple ilk önce kendi davranışlarımızı değerlendirmeliyiz ve uygun görmediğimiz davranışları sergilememeliyiz. Zira çocuklar yanlışı, kötüyü bilmezler model alırlar.
Erken çocukluk dönemi gelişimsel süreçlerin hızlı ilerlediği zaman dilimidir. Her bir yaşın kendine has gelişimsel özellikleri ve çalkantıları vardır. Henüz bir bebek isteklerini sözel olarak ifade edemez ve diş çıkarma ile baş etmeye çalışır. 1 yaş dolaylarına geldiğinde özgürlüğüne kavuşmanın sevinciyle adımlar atmaya çalışır. 2 yaş dolaylarında kendisi için çok önemli bir parça olarak gördüğü idrarını/kakasını tuvalete bırakma çabası içerisindedir. 3 yaşa geldiğinde ‘ben’liğinin farkına varmaya başlar ve kendisini dünyanın merkezi olarak görür.
4 yaş sosyalleşme adımlarını genişlettiği artık akranlarıyla zaman geçirmekten keyif aldığı ve kendisini daha çok keşfetmeye başladığı bir zamandır. 5-6 yaş mı? Gelişimsel süreçlerin altın yılı diyebiliriz. Kendisini, çevresini, akranlarını, kuralları tanıdığı ve buna göre hareket ettiği bir dönemdir. Yıllar birbirini kovalarken çocukta gelişim basamaklarından bir bir çıkmaya başlar. Bu yolculukta gelişimsel süreçlerin hızla ilerlemesi çocukta bazı duygu durum değişikliğine/çalkantılarına yol açabilir. Bizler yeni girdiğimiz bir ortama, yeni gerçekleşen bir olaya, belki yeni bir ayakkabıya çabuk uyum sağlayabiliyor muyuz? Peki ya çocuklardan neden bunu bekliyoruz.
Çocuklar büyürken her gün, her ay, her yıl yeni bir sürece girer ve bu sürece adapte olmaya çalışır. Uyum süreci içerisinde hissettiği duygular ve sergilediği davranışlar uyum sancılarıdır ve bunlar oldukça normaldir. Peki ya normal olmayan nedir? Olumsuz olarak nitelendirilen davranışların sıklığının çok olması ve yaşa uygun olarak sergilenmemesini kıstas olarak alabiliriz. Bu kıstaslar çerçevesinde çocuğun sergilediği davranışları bozukluk olarak değerlendirmekteyiz.
Acaba davranışlar gerçekten bozulmakta mıdır?
Çocuklarda bozulan davranışlar değildir. İlk olarak duygular bozulur. Çocukların duygularının bozulmasına etken olan şey ise ‘aşırılıklar’dır. Çocuğa karşı gösterilen ilgi-ilgisizlik, tavır ve davranışlardaki tutarsızlık gibi durumlarda aşırıya kaçma durumu çocuklarda duyguların karışmasına, bastırılmasına, gereğinden fazla/farklı olarak ortaya çıkmasına yol açmaktadır. Duygu dünyası karışan/bozulan çocuk ise bu duyguları davranışlarına yansıtmaktadır. Bu sebeple çocukların duygularını olduğu gibi yansıtmasına fırsat vermek, bu noktada desteklemek oldukça önemlidir.