Tiyatro; yaşamın sahneye uyarlanmış şeklidir kısaca. Bunu oyuncu, seyirci, dekor ve kostüm tamamlar. Tiyatroda yaşamı fark etmek, tiyatro ve yaşam.
“Ağbi sana bi rol keseyim aklın dimağın durur, ya da ağbi benim yaptığım taklidi bi Allahın kulu yapamaz!”
Taklit, yani tiyatral dilde “mimesis” sanatı.
O da gerekli elbet ama tiyatro bununla sınırlı değil tabi ki.
Tiyatro; yaşamın sahneye uyarlanmış şeklidir kısaca.
Bunu oyuncu, seyirci, dekor ve kostüm tamamlar.
Bununla sınırlı kalmayıp; Tiyatro, Yunanca theatron yani “görme yeri” sözcüğünden gelmektedir. Çünkü günümüzdeki anlamıyla çağdaş tiyatronun tarihi, bağ bozumu tanrısı Dionysos adına yapılan dinsel törenlere dayanmaktadır. İlk tiyatro şenliği MÖ 534 yılında Atina’da yapılmıştır. Antik Çağ’da tiyatro, üst sınıfa özgü bir etkinlikti.
Antik tiyatrodan günümüze tiyatro epey şekil değiştirdi. Örneğin; Epik Tiyatro,Sokak Tiyatrosu,Şehir Tiyatrosu gibi. Buna sessiz tiyatro da denen Pandomim de eklenebilir.
Arada festivallere katılırım.
Ankara Devlet Tiyatro Genel Müdürlüğü yapmış Yücel Erten’den Dikili Türkiye Tiyatrolar Birliği Festivali’nde ders alırken ayrı bir doğaçlama tekniği ile tekniğime renk kattım.
Yücel Hoca ile hasbıhal ederken oyuncu Levent Öktem’le de tanışma fırsatı buldum. Dikili sahilde balık yedik bira içtik ve bol bol tiyatrodan, sanattan söz ettik tabii.
Festivallerin olması gerçekten sanatçı dostların bir araya gelmesini kolaylaştırıyor.
Örneğin Turgay Tanülkü ile tanışıp benim yazdığım kısa filmde o anda rol alması inanılmaz keyifler arasındaydı.
Ajanslar kısa süreli oyunculuk dersi vermekte. Süre on beş gün bilemedin bir ay.
Düşünün:
Beden dili, doğaçlama ( sekiz teknikten oluşur ) jest, mimik, vurgu, duygu geçişi ve aktarımı, diksiyon, algı ve hafıza tekniği vs.
Bunların hiçbirini görmeden ajansların ellerine hatırı sayılır bir para verip ellerine sertifika denen bir kâğıt tutuşturup gönderiyorlar.
“Bekle, seni filmde oynatacağız.”
Aradan aylar geçiyor “tısss!” yok.. Olmaz da. Amaç elindeki parayı kapmak gösterişli bürolar, sahte yılışan askılı giyinen seksi kızlarla keriz avlamak kabacası.
Hepsi bu.
Tiyatromda aldığım şikâyetler genelde bu yönde.
Genç ve gösterişli delikanlılar tiyatroma geliyor.
O küstah bakışlı, her şeyi ben yarattım ( ama içi kof, duygu aktarımından uzak ) dirençli ve güvenli atletik vücudun altından salakça bir soruyla karşılaşıyorum çoğu kez:
“Kıvanç Tatlıtuğ gibi olmak istiyorum.”
“Peki o senin gibi olmak istiyor mu?”
“!!!!”
Kapı dışarı ediyorum çoğu kez.
“Yürrüü anca gidersin.”demiyorum tabii. Kibarca “Kusura bakmayın sizinle çalışamayacağız” deyip yol veriyorum ama erzaksız.
Şimdi de bir “Çukur” dizisi moda.
“Hocam güzel silah kullanıyorum, karate biliyorum.”
“Oğlum burası tiyatro. Burada öyle şey olmaz. Sevgiyi saygıyı öğretiriz burada, dövüşü şiddeti değil.Karate, Kick Boks aha yan tarafta, Dayak yersen karışmam!
“Ama Hocam!”
“Aması maması yok, İzmir marşıyla geldin Eskişehir marşıyla gidiyorsun ne mutlu sana yavrucuğum,” deyip alnından öpüp gönderiyorum.
Uyanık aklı sıra tiyatroda oyunculuğu öğrenip dizilere kapağı atma derdinde.
Kendilerini Polat Alemdar, Şafak Sezer, Mustafa Üstündağ olarak görüyorlar.
Oysa onların çok olmasa da tiyatro geçmişleri var.
Tiyatro bu yüzden bitti. Diziler ve mafyavari filmler ve iktidarın bilinçli politikası sonucu bitirildi.
Oysa bu topluma Shakespeare’nin “Romeo ve Juliet’ini, Gogol’un “Palto”sunu,Melih Cevdet’in “İçerdekiler”i bu beyni sığ insanlara ne çok anlatmak isterdim. Ya da onların bu topluma neleri vermek istediğini ve yaşamında tiyatronun ne kadar önemli yer tuttuğunu.