Amerika’nın tarihini kısaca siz değerli okurlarımız için elimden geldiğince derlemeye çalıştım!
Karantina sürecinde almış olduğum bir kararla, Amerika’nın tarihini gerek yüzeysel gerekse derinlerde kalmış, zaman zaman iddiadan öteye geçemeyen ama kesinlikle ilgi çekici bilgileri derleyerek, uzun ve akıcı bir yazı yazmayı planladım.
Bu yazı için biraz gerilere, tarih ışığının gidebildiği yerlere kadar gidebilmeyi amaçladım. Amerika’nın tarihi, bir Türk ya da Bizans tarihi kadar eski bir tarihi olmasa da, geriden gelip atak yapmış olması ve can alıcı noktalarıyla incelenmeye değer bir geçmişe sahip.
Gündemi geçen Kasım ayından beri oldukça meşgul eden, bütün dünyayı ilgilendiren bir konu var şu sıralar. Henüz çiçeği burnunda bir başkan olan Biden, Donald Trump’ın ırkçı ve yıkıcı söylemlerinden sonra Amerikan halkına resmen oksijen maskesi görevi yaptı desek yeridir.
Trump’ın, seçim konuşmasında Biden’ın sözünü sürekli kesmesi, Covid-19 tedbirleri kapsamında posta yoluyla kullanılan oyları geçersiz sayması, Demokratların oy çoğunluğu arttıkça küplere binmesi ve seçim sonuçlarına itirazıyla Amerikan halkının ne kadar antipatik bir liderden kurtulmuş olduğunu gösterdi.
Peki Amerika Trump’tan kurtuldu kurtulmasına ancak Biden’ın yeni politikaları ne olacak? Türkiye açısından nasıl bir sürece girilecek, Biden’ın Yunanistan taraftarı, PKK/PYD sempatizanı bir siyasetçi olması dünya gündemindeki dengeleri nasıl değiştirecek?
Şimdi sizinle gündeme değinmeden önce, Amerika’nın kısa tarihinin dönüm noktalarını kısa notlarla inceleyelim. Uzun bir yazı olacak ancak kaçırdığınız noktalar varsa, sebep-sonuç ilişkisi içerisinde ilerleyen tarihin eksik taşlarını oturtabilir ya da hali hazırdaki bilgilerinizi tazeleyebilirsiniz. Haydi başlayalım!
TÜTÜNÜN YOKTAN VAR ETTİĞİ BİR ÜLKE
John Rolfe. Yıl 1612. Britanya’nın bağrından kopup gelen, meraklı bir İngiliz sömürge tüccarı. Amerika’nın tarihine baktığımızda Amerika topraklarına ayak basan bu girişimci adam, o zamanlar tohumların bir sır gibi saklandığı, İspanya’da tütün tohumu satanın idamla cezalandırıldığı coğrafyada, tohumu ele geçirip bu kıtaya ayak basıyor. Aslında tütün, bu kıta için çok yeni değil.
Yerli halk kuru otu mısır koçanına sararak içiyor ve adına ”tombac” ya da “tabaco” diyordu. Rolfe, tütünün geleceğini görerek, tarım ve ticaretini yapmaya koyuluyor. Buraya kadar her şey güzel. El değmemiş verimli topraklar, bitkiye olan yoğun ilgi ve ticari zeka bir araya gelince başarı kaçınılmaz oluyor.
Yalnız bir eksik var; İşgücü. Tütünü işleyecek işçi gerekiyor.
Burada da uzun yıllar tarih sahnesinde olacak yerli halk devreye giriyor. Rolfe, Algonkin kızılderilisi olan Pocahontas’la evleniyor ve yerli halkı tütün tarımında kullanıyor. Walt Disney bu evliliği efsanevi bir aşk hikayesi gibi anlatsa da aslında olayın aşkla yakından uzaktan ilgisi yok.
Bu evlilikten önce de İngiliz sömürgecilerin, yerli halkla bir nevi diplomat görevi görmesi için kullandığı Pocahontas, İngiltere’ye götürülüyor, nüfuzlu insanların oyunlarına katılıyor ve hatta kral ve kraliçeyle tanıştırılıyor. Memleket hasretiyle yanan kendi güzel bahtı kötü esas kızımız, Jamestown Virginia’ya giderken yolculuk esnasında doğduğu topraklara dönemeden hayatını kaybediyor.
İLK GÖÇMENLER VE KIZILDERİLİ SOYKIRIMI
İlk gelen yerleşimcilerin bir kısmı özgürlükçü, dinlerini rahatça yaşamak isteyen, Pilgrime adı verilen hacılardı. Pilgrimler, Anglikan Kilisesi’nin eskimiş kurallarını ve batıl inanç sistemini eleştiren Püriten muhaliflerdi. Bu amaçla “Mayflower” gemisini binerek Amerika’ya gelmişlerdi. Bir iddiaya göre, Amerika’nın tarihinde bu ülkenin geleceği olacak kişiler, özellikle seçilerek gemiye bindirilmişti. Konuyla ilgili daha ayrıntılı bilgi için;
O dönem yerli halk arasında da kabile çekişmeleri yaşanıyor.
Kışın bastırmasıyla zor koşullar yaşayan göçmenler, yerli halk tarafından balığı gübre olarak kullanmayı öğreniyorlar. Göçmenlere yardım eden Pokomonke kabilesinin o dönemde iç savaş verdiği başka bir kabile var. Göçmenler yerli halka destek çıkıyor, aldığı destekle düşmanına saldıran kabile, baskın yaparak düşmanını yeniyor ve bir zafer kutlaması yemeği, adını tarihe “Şükran Günü” olarak yazdırıyor.
Burada çok emsal bir olay devreye giriyor. Amerikalı tarihçi Carl Waldman, yedi yıl savaşları kahramanı General Jeffrey Amherst’in, biyolojik silah kullanarak Kızılderililerin kökünü kurutmayı amaçladığını yazmış, bunu da çiçek hastalığı bulaşmış battaniyeleri Kızılderililere vererek yaptığını ortaya çıkartmıştı. Salgının yayıldığı kabilelerde yerli halk hastalığa karşı koyamıyor ve tarihin en can alıcı soykırımlarından biri yaşanıyor.
BOSTON ÇAY PARTİSİ VE İLK BAŞKAN GEORGE WASHINGTON
Olayları takip eden yıllarda İngiltere, Amerika kıyılarına 13 adet koloni kuruyor. İngiltere’deki karışıklıklar ve savaşlar ülkeyi ekonomik olarak olumsuz etkilemiş durumda.
Kolonilerden alınan vergiler artıyor halk isyana sürükleniyor. Duruma müdahale etmek için gelen İngiliz askerleriyle halk arasında çıkan mücadelede halk, yüksek vergili tonlarca çayı Kızılderili kılığına girerek gemilerden deniz döküyor.
Olay tarihe “Boston Çay Partisi” olarak geçiyor.
1774’te içlerinde Amerika’nın ilk başkanı olacak Virginalı toprak sahibi George Washington da dahil olmak üzere toplam 56 delege toplantı yapıyor. İngilizlerin 45 adet savaş gemisiyle, asilere boyun eğdirmek amacıyla çıktıkları yolda, askeri tecrübenin etkisiyle İngilizler pek tabii galip geliyorlar.
George Washington önderliğinde 1776’ta Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi’ni yayınlayan asiler esir düşüyor, George Washington Amerika’nın tarihinde ilk yenilgisini alıyor.
George Washington, Prusya ordusunun eski bir subayını, orduyu eğitmek için getiriyor, süngü orduya öğretiliyor ve ordu yavaş yavaş toparlanmaya başlıyor.1789’da Washington ilk başkan oluyor.
AMERİKA’NIN TARİHİNDE İKİ FENOMEN: LEWIS VE CLARK
Yıl 1803.Amerika’nın 3.Başkanı Thomas Jefferson tarih sahnesinde. Yedi yıl savaşlarında kaybedilen ancak gizli bir anlaşmayla İspanyollardan alınan devasa bir toprak parçası söz konusu.
Düşünün,2 milyar dönüm topraktan bahsediyorum. Amerika’nın tarihinde bu kadar kârlı bir gayrimenkul işi yok desem yeridir. Peki Napolyon neden yapmış bunu?
Topraklar, kağıt üzerinde Fransa’da ancak yönetim yine İspanya’da. Hali hazırda savaşlar derken Fransa zaten bu topraklarla ilgilenecek durumda değil. Fransa bakmış zaten İspanya’da kalacak bu bölge, ben de satayım Amerika’ya hayrını görsün demiş.4 dönümüne 2 sent ödeyerek bölgeyi alan Jefferson, toprak büyüklüğünü ikiye katlayarak göçü teşvik ediyor, iki kaşif Lewis ve Clark’ı bölge keşfinde kullanıyor.
Gariptir ki keşif esnasında açlıktan ölecek duruma gelen kaşiflerin imdadına yine bir Kızılderili yetişiyor.17 yaşında Kızılderili bir genç kız olan Sacagawea, keşif yolcuğunda kaşiflere yardım ediyor ve yanlarına katılıyor. Keşif esnasında 300 adet doğal türün yanı sıra, zenginlerin şapka ve giyim sektöründe postunu bolca tercih edeceği kunduz keşfediliyor. Binlerce kunduz hiç vakit kaybedilmeden ihtiyaç(!) için avlanıyor.
“GÖZYAŞI YOLU”
1831-38 arasında Amerika’nın 7.Başkanı Andrew Jackson,1830’da “Yerlilerin Yerlerinin Değiştirilmesi Yasası” ile Amerika’nın doğusundaki Kızılderili topraklarının Mississippi nehrinin batısındaki topraklarla değiştirilmesini öngörüyordu. Bu hadise Çeroki dilinde “gözyaşı yolu” olarak anılır. 1600 kilometrelik zorunlu tehcirde yol boyunca 4.000’e yakın Çeroki ve Çoktav kabilesi üyesi ölmüştür.
BATI’YA İLK GÖÇLER VE ALTIN AVCILIĞI
Yıl,1846.Almanlar,Belçikalılar,Presbiteryanlar,Mormonlar,Fransızlar ve Katolikler. Kimisi çiftliğini satıyor. Arabalarına yükledikleri erzakla Batı’ya doğru, geniş vadilere büyük bir göç başlıyor. 3 yıl sonra Kaliforniya’ya altın aramak için başka bir güruh geliyor ve Kaliforniya nüfusu 100 bine çıkıyor.
Bölgede altın çıkartmak için kullanılan ne varsa fahiş fiyata satılır durumda. Yerli esnaf ve altın arayan 300 bin kişinin 100’ü zengin oluyor. Sierra-Nevada Dağları’nın civarı o dönemler müthiş bir altın arayışına sahne oluyor.
GÜNEYDEKİ PAMUK TARIMI VE SİYAHİ KÖLELERİN KAHRAMANI ABRAHAM LINCOLN
1794 sıralarında Güney’de, ilerde toprakların bozulmasına yol açacak kadar geniş bir alanda pamuk tarımı mevcuttu. Bu kadar geniş bir alanda yapılan hasatla istihdam hacmi de büyümüştü. Çırçır makinesinin icadıyla, Güneyli beyaz tüccarlar büyük bir hırsla daha çok köle edinmeye başladı.
Pazarlardan alınan kölelere yaşına, sağlık durumuna ve hatta at alınır gibi dişlerine bakılarak ödeme yapılıyor, her türlü insani haktan uzak, hizmetçiler gibi kullanılıyor, çocuklar annelerinden ayrılıyor ve hatta tecavüze uğruyorlardı.
Söz konusu Çırçır makinelerinin icadıyla daha kısa sürede ayıklanan pamuk, sanayileşmiş Kuzey’e gönderiliyor, buradaki dokuma tezgahlarında işlemden geçirildikten sonra hazır giyim endüstrisinde kullanılmak üzere hazır hale getiriliyordu.
Tezgahlardaki prensip basitti. Daha sonra bilgisayarın çalışma prensibinin de temeli olacak 1 ve 0 rakamlarıyla kodlanıyor ve seri bir üretim sağlanıyordu.
Amerika’nın tarihinde köleliğin en ateşli zamanı olan 1800’lü yılların ortalarında iki isim ön plana çıkıyor. Frederick Douglas ve Harriet Tubman. Siyahiler için tarih sahnesinde oldukça manidar bir yeri olan bu isimlerden Frederick Douglas’ın hikayesi ise oldukça ilginç.
O dönemlerde siyahi köleler trenlerle kaçmaya çalışıyor, yolculuk yapanlardan ya özgür olduklarına dair ya da sahiplerinin kim olduğunu belirten bir belge isteniyordu.
Douglas sahte bir belgeyle trene biniyor, şansının yaver gitmesiyle kondüktörün kontrolünden geçmeyi başaran Douglas, bir New York eyaleti olan Rochester’da North Star isimli bir gazete çıkararak hem ABD’de hem de ABD dışında köleliğin kaldırılması için sayısız konferanslar veriyor.
Amerikan İç Savaşı’nda köle karşıtı Kuzey Ordusu içinde yer alıyor ve 1889 – 1891 yılları arasında ABD’nin Haiti başkonsolosluğunu yapıyor. Ku Klux Klan tarikatına karşı mücadele ediyor.
Siyahi kölelerin bir başka kahramanı ise Harriet Tubman’dır. Tubman, İç Savaş’ta Konfederasyon aleyhine çalışıp Birlik lehine casusluk yapmış bir hemşire ve süfrajettir. (Süfrajet, 1900’lerin başında İngiltere ve ABD’de pasif direniş, , açlık grevi yapma, kamu toplantılarını bölme gibi yollarla kadınların seçme-seçilme hakkını savunan, organize olmuş radikal kadın hakları savunucular süfrajet olarak nitelendirilmiştir.)
Tubman, Philadelpia’ya kaçar ve geri dönerek kendi ailesi de dahil olmak üzere tam 70 ailenin hayatını kurtarır. O zamanda kaçan köleler yakalandıktan sonra kolları ya da bacakları kesilerek kızgın zifte yatırılır daha sonra da asılırlarmış.
Bu cezalar göz önüne alındığında Tubman’ın gerçek bir devrimci ve cesur bir kahraman olduğunu söylemeden geçemeyeceğim.
Zira Amerika Birleşik Devletleri Hazine Başkanlığı 2016 yılında 20 dolarlık banknotlardan eski başkan Andrew Jackson’ı kaldırarak yerine Tubman’ın fotoğrafını koyacağını söylese de basında Trump’ın “Ben Başkan olarak kaldığım sürece o fotoğraf oraya konmayacak” demesi üzerine karar 2028’e kadar ertelenmişti.
Tarihe geri dönecek olursak, size başka bir kahramandan bahsetmek istiyorum.
Amerik’nın tarihinde iç savaş boyunca iktidarda olan, 1861-1865 yılları arasında kölecilik karşıtı politikasıyla büyük bir başarı kazanan Lincoln. Çoğumuzun bildiği üzere suikasta kurban gitmişti. Suikastı gerçekleştiren John Wilkes Booth, eski bir aktördü ve hatta Lincoln onun oyunculuğunu çoğu kez takdir etmişti.
Suikast akşamı, Ford Tiyatrosu’na oyun izlemek için giden Lincoln, Booth’ın tiyatrodaki kahkahaların yankılanmasını fırsat bilerek ateş etmesi ve başından vurulmasıyla hayatını kaybeder.Booth,12 gün sonra federal ajanlar tarafında bir ahırda öldürülür.
Bana göre Lincoln’ün başarısı kağıt üzerinde kaldı. Kağıt üzerinde diyorum çünkü köleliğin resmi olarak kaldırıldığı yasaya rağmen Amerika, uzun yıllar boyunca ırkçılıkla büyük bir savaş verdi.
Ten renklerinden dolayı insanlar yüzyıllarca haksızlığa uğradı ve bu haksızlığın en büyük savunucusu hepimizin hayatında en az bir kere adını duyduğu Martin Luther King oldu.
Amerikan tarihinin en büyük yarası; Irkçılık.
2020 yılının bitmesine sayılı günler kala, yaşadığımız bu zamanlarda hala yankılarını sürdürüyor. Hatırlarsanız 25 Mart 2020’de Minneapolis’te, hakkında 18 şikayet bulunan polis memuru Derek Chauvin, Georg Floyd isimli bir Afro-Amerikalıyı 8 dakika 46 saniye boyunca yere yatırıp boynuna diziyle bastırarak öldürmüştü.
Sahte 20 Amerikan doları ihbarı üzerine çağırılan polislerden Chauvin “Cinayet ve taksirle adam öldürme” suçundan tutuklanmıştı. Sosyal medyada büyük yankı uyandıran olay sonrasında ABD genelindeki 50 eyalette, Washington DC’de, nüfusunun çoğunluğunun beyaz olduğu şehirlerde ve kırsal kesimlerde gösteriler yapıldı. ”Black Lives Matter” (Siyahların Hayatları Değerlidir) hareketine farklı etnik köken ve gruplardan yoğun katılım oldu.
Floyd 9 Haziran’da altın bir tabuta konularak annesinin mezarı yanında toprağa verildi.
İÇ SAVAŞ, GELİŞEN TEKNOLOJİ VE TAHNİT
İç savaş.4 yıl boyunca köle karşıtı “Birlik” Kuzey ile, kölelerini vermek istemeyen “Konfederasyon” Güney arasında çıkan kanlı bir savaş. Savaşın galibi Birlik askerleri oldu.
Peki bu kadar zenginleşmiş olan Güney nasıl oldu da Kuzey tarafından alt edildi?
Kuzey’in iki büyük önemli avantajı vardı. Bunlardan biri telgrafla haberleşme ve Güney’den daha uzun bir hacme sahip demiryolları hattı.
Lincoln çağının getirmiş olduğu bu telgraf teknolojisi sayesinde saat başı cepheden haber alabiliyor, bir sonraki adımını aldığı haberler doğrultusunda planlıyordu.
Telgraf hatlarını devlet kontrolüne geçirdi, Savaş Bakanlığı’na bağladı. Demiryollarıyla Güney’e ikmal, asker desteği ve gıda yardımı gönderen Lincoln, o dönemde özel sektörün elinde olan yol hattı için demiryolu sahipleriyle anlaşma yaparak hükümet kontrolü sağladı.
Telgraftan bir haber Güney, demiryolu ağının yetersizliği de eklenince Amerika’nın tarihindeki bu başarısızlık kaçınılmaz oldu.
Güney’de şehit olan Kuzey askerlerinin ailesi, çocuklarının cenazelerini görmek ve bizzat kendi elleriyle cenaze töreni düzenlemek istiyordu.
Büyüyen bu talep, savaş sonrası cenazeciliği ve “tahnit” denilen yöntemi ortaya çıkardı. Cesetlerin Güney’den Kuzey’e olan uzun yolculuğunda bozulmaması ve kokmaması için vücudun içinde kalan kan ve bağırsaklar boşaltılıyor, tahnit sıvısı adı verilen, ölen kişinin tenini renklendirerek sanki ‘uyuyormuş gibi‘ bir görünüme kavuşmasını sağlıyordu.
Hristiyanların cenaze törenlerinde denk gelmişsinizdir. Tahnit yöntemi uygulandıktan sonra ölen kişiye makyaj yapılıyor, aksesuar takılıyor ve en güzel kıyafetleri giydirilerek açık tabutta sergilenecek şekilde tören idame ettiriliyor.
Günümüzde de halen yaygın olarak kullanılan bir yöntem olmuştur.
Burada size ilginç bir bilgi geçeceğim.
Belki bileni çoktur, fikir yürütemiyorum ama değinmeden geçemedim. Mustafa Kemal Atatürk,1938’de vefat ettikten sonra, vücuduna GATA Patoloji Profesörü Lütfi Aksu tarafından tahnit işlemi uygulanmıştı.
1953’e kadar naaş, Anıtkabir’e defnedilene kadar Etnoğrafya Müzesi’nde 15 yıl boyunca muhafaza edilmişti.
9 Kasım 1953 tarihinde, Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Histoloji ve Embriyoloji Kürsüsü kurucu başkanı Kamile Şevki Mutlu başkanlığındaki bir heyet; Atatürk’ün kız kardeşi Makbule Atadan’ın huzurunda Meclis Başkanı Refik Koraltan, Başbakan Adnan Menderes ve diğer üst düzey temsilcilerle tabutu açarak tahniti bozarlar.
“Naaş, kahverengi muşambaya sarılı olarak göründü. Yüzünü örten ıslak pamuk kitlesi kaldırıldı ve Ata’nın müheykel yüzüyle karşılaştım. Ata ve eseri, bir an için bakıştık adeta. Uzun kaşlarından ince bir tutam sol göz kapağının üzerine inmişti. Ata sanki, 15 sene evvel Dolmabahçe sarayındaki hasta yatağında uyuyor gibiydi.”
Kamile Şevki Mutlu
BİZONLAR VE KOVBOYLARIN DOĞUŞU
İç Savaş bitiminde keskin nişancıları artan ve silah kullanmayı öğrenen Amerikalılar, gözünü vahşi doğada gezen milyonlarca bizona dikmişti. Kızılderili öykülerine göre o kadar çoklarmış ki, yüzbinlerce hayvanın koşarken çıkarttığı ses gök gürültüsünü andırırmış.
1800’lü yıllarına sonlarına doğru soyları tükenmeyle karşı karşıya kalan bizonların en büyük düşmanı Buffalo Bill takma adıyla ünlenen Bill Cody olmuştur.
Başlarda demiryolu inşaatında çalışan işçilere et sağlamak için öldürseler de daha sonra ticaretine başlamışlar. Bizonların etinden kemiğine, derisinden iliğine her türlü organından yararlanan Kızılderililer için, derisinin alınıp atılması onlar için bir yas tutma sebebi olmuş, yıllar sonra binlere düşen sayıları yüzünden açlık çekmişlerdir.
10 yıllık bir süreçte 30 milyon bizonun katledildiğini düşünürsek -ki bu gerçekten korkunç bir sayı-neslinin tükenmeye yüz tutması şaşılacak bir durum değil.
Her hareket eden canlıdan azami oranda faydalanmaktan kaçınmayan Amerika, bizonları tüketince bu sefer gözünü 6.000 adetlik sığır nüfusuna çeviriyor.
Sığır avlamak için yola çıkan atlı adamların çoğu (adına daha sonradan “Kovboy” denilecek) İç Savaş sonrası iş bulmak için Texas’a gelen Afro-Amerikanlardan oluşuyordu.
“Kement” dedelerimizin izlediği eski filmlerden de hatırlayacağınız üzere, Kovboyların simgesi. Kökeni eski Mısır’a kadar dayanan kementi Amerikalılar, Meksikalı çiftçilerden öğrenmiş ve o dönemlerde sığır yakalamak için kullanmışlardı.
SEARS KATALOGLARI VE PULITZER’İN FİNANSE ETTİĞİ ÖZGÜRLÜK ANITI
Amerika’nın tarihinin en önemli gelişmelerinden biri olan demiryolu hatlarının genişlemesi beraberinde birçok ihtiyacı doğurmuştu.
Bu durumu fırsat bilen Richard W.Sears 1886’da istasyon şefi olarak başladığı yolculuğuna, cep saati satarak yön vermişti. Gün geçtikçe siparişlerin dört bir yandan artması ve gelen yüzlerce sipariş üzerine Sears, işini büyüterek büyük bir perakendeci olma yolunda ünlü Sears kataloglarını bastırdı.
Kataloglarda indirimler uyguladı ve 2017 yılı itibariyle ABD’nin en büyük 27.perakende şirketi olarak yerini aldı.
1885’te Fransa, Amerika için Özgürlük Heykeli’ni üretmiş, parçalar halinde Amerika’ya göndermişti. Ancak ekonomik olarak heykelin inşası için gerekli bütçeyi sağlanamaması ünlü bir gazete sahibi olan Pulitzer’i harekete geçirdi.
Bağış hareketi olarak başlattığı kampanyaya binlerce insan para yağdırdı ve proje hayata geçirildi. Fransız heykeltıraşın annesinin yüzünü model olarak hazırladığı anıt, o dönem Ellis Adası’na gelen binlerce İrlandalı, Rus ve İtalyan göçmenlerini selamlıyordu.
GELİŞEN TEKNOLOJİNİN YANKILARI VE PETROL KUYULARININ KEŞFİ
1876’da ampulün icadıyla güç istasyonlarına yayılan aydınlanma ve 1900’lerden sonra çeliğin bulunmasıyla ülke atağa kalkıyor. Binaların inşaatı için gerekli hammaddeyi sağlayan ülke, şehir planlamasında hızla yükseliyor.
Asansörün icadı, kanalizasyon sisteminin gelmesiyle temizlenen sokaklar ve hastalıkların azalması derken Amerika önlenemez bir şekilde ilerliyor. Ama bu noktada çok daha önemli bir kaynak ve keşif daha var; petrol.
Daha önce 1850’li yıllarda Virginia’daki bir petrol kuyusundan sondajla çıkarılan petrol,1900’lü yılların başlarında Hamill kardeşler tarafından daha büyük bir kuyunun keşfiyle Petrol Çağı’nın başlamasına sebebiyet veriyor.
500 petrol şirketi kuruluyor, kapasite %50 artıyor, benzinle mesafeler kısalıyordu.
“Kısalan mesafe” terimi için ise Henry Ford devreye giriyor.
1908’te T modelli ilk profesyonel aracı üreten Ford, 1913’te aracın yaygınlaşmasıyla büyük bir üne kavuşuyor. Güçlenerek Ford Motor Şirketi’ni kuruyor, arabaya olan yoğun ilgi gün geçtikçe artıyor.
Günlük çalışma ücretlerini göz önüne aldığımızda o zamanların günlük 6 dolarlık ücreti, çalışanlar için bulunmaz bir fırsat oluyor.
ALKOL YASAĞI VE ÜNLÜ MAFYA LİDERİ AL CAPONE
1919 yılında alkol tüketiminin işçilerin performanslarına yaptığı olumsuz etkinin üzerine “alkol üretmek ve satmak yasaktır” kanunu, ülkede bir dizi olaya sahne oldu.
Amerika’nın tarihindeki bu yasağın getirdiği tezgah altı satışları ve içki kaçakçılığı, Amerika’nın ülkenin her yerini denetleyecek bir otoritesi olmamasından kaynaklı olarak, mafya liderlerinin tarih sahnesinde cirit atmasına neden oldu. Kriz dönemini fırsat bilen yasadışı teşkilatların sayısı yüzbinleri aştı. Günümüzdeki mafya oluşumuna neden olan yasak 1933’te kaldırıldı.
Bu oluşumun en ünlüsü İtalyan asıllı Al Capone’du.
Alkol yasağından yararlanarak kaçakçılığa başlayan Capone, uğradığı bir saldırıda yüzüne aldığı yaraları savaşta aldığını söyleyerek camiada prim yapmaktan da geri kalmadı. Hatta 1983 yapımı Al Pacino’nun oynadığı ‘Scarface’ filmine bu yaraların ilham olduğu söylenir. ”Sevgililer Günü Katliamı” Capone’un en ünlü infazı olarak tarihe geçmiş,14 Şubat’ta rakibinin adamlarını bir depoda polis kıyafeti giymiş kişilerce sıkıştırarak, toplu olarak öldürtmüştür.
Katliamda kullanılan mermiler dönemin adli balistikçisi Calvin Goddard tarafından incelenmiş, polise mermilerin emniyete ait bir tabancadan çıkmadığını söyleyerek, polisin soruşturmasına tamamen farklı bir yön vermiş, polis de bunun bir mafya hesaplaşması olduğu kanaatine varmıştır.
Yasadaki açıklardan sonuna kadar faydalanan Capone, infaz öncesi şehir değiştirmiş, yasanın açıklarından dibine kadar faydalanmış ve cinayetten ziyade vergi kaçakçılığından hüküm giymiştir.
1931’de yakalanıp 11 yıl hüküm giymesine sebep olan muhasebeci ise Frank J.Wilson olmuştur. Sahibi olduğu küçük bir dükkanın hesap defterlerini inceleyen Wilson, el yazısından kendini ele veren Capone’u 3 yıllık bir çalışma sonucu hapse göndermiştir.
1929 BÜYÜK BUHRAN (KARA PERŞEMBE)
Bankaların liberal ekonomi anlayışıyla devlet kontrolü sağlanmadan düzensiz işleyişi, borsanın çökmesi ve ABD’nin verdiği krediler yüzünden 1929’da,ülke inanılmaz bir ekonomik kriz yaşadı.
Hükümetin 1 yılda harcadığı paranın 12 katı borsada bir anda buhar olup uçmuştu.
İşsizlik arttı, bankalar kapatıldı, küçük şirketler iflas etti.
1932’de işsiz sayısı 4 milyondan 12 milyona kadar çıkmıştı. Ancak kriz sadece Amerika’da değil, sanayileşmiş ve Amerika’yla ekonomik etkileşim halinde olan Almanya gibi bir çok ülkeyi vurmuştu.
2.Dünya Savaşı’na kadar krizle boğuşan ABD, savaş süresindeki üretim ve faaliyetlerle krizi geride bıraktı.
RUSHMORE ANITI
1936-50 yılları arasında John Gutzon Borglum’un Kızılderili karşıtlığı ile bilinen oğlu tarafından inşa ediliyor. Kızılderililer için manevi değeri olan, dağdaki 6 doğal yapının dedelerinin ruhunu temsil eden anıt, soldan sağa doğru George Washington, Thomas Jefferson, Theodore Roosevelt ve Abraham Lincoln’ün heykellerinden oluşuyor. Konuyla ilgili sıra dışı bir iddia da, içinde gizli bir odanın olduğu ve bu odada gizli belgelerin saklandığıdır.
İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI VE EKONOMİNİN ATAĞI
1941,Savaş’ın 2.yılında Japonya olası bir Amerikan saldırısına karşı hamle yapmak ve dünya siyasetinde etkili bir konuma gelmek için, sessiz sedasız Pearl Harbour Limanı’nı bombalıyor.
Amerika bu olay üzerine İngiltere ve Sovyetler’in yanında yer alarak savaşa girmişti hatırlarsanız.
Hatta Amerika’nın Pearl Harbour’a olan misillemesi olan Hiroşima ve Nagazaki atom bombalarının atılması Japonya için ağır sonuçlar vermiş ve teslim olmasına sebebiyet vermişti.
Amerika’nın süper güç olma yolundaki ekonomik atılımına değinmek istiyorum.
Büyük Buhran yüzünden atıl duruma gelen fabrikalar bu dönemde işletilmeye başlıyor ve Amerika uçak, gemi ve tank yapımı sanayisinde kadınları üretimde oldukça aktif kullanarak kitlesel üretime geçiyor.
Hatta kadınların bu denli büyük rol oynaması, onların günümüze kadar sürecek tüketim çılgınlığını doğuruyor,11 bin süper market açılmasına neden oluyor.
Deli gibi çalışıyorlar, birlik oluyorlar, savaş sonrası dünyanın kalanından 2 kat fazla üretmeye başlıyorlar, dünyanın üretim kapasitesinin yarısına sahip oluyorlar ve altın rezervlerinin 3’te 2’sini ellerinde bulunduruyorlar. Amerika, bu savaştan sonra ‘süper güç’ unvanını bir meşale gibi elinde taşımaya başlıyor.
Savaş sonrasındaki yıllarda Eisenhower’ın eyalet arası karayollarını geliştirmesi, kasaba ve köyleri merkezlere bağlaması otomobil çağını başlatıyor.1955’lerde dünya araba üretiminin %80’ini elinde tutan Amerika, inanılmaz bir süratle ev yapımına ağırlık veriyor, toplu konutların sayısı artıyor. Televizyonun da günlük hayatta yaygın kullanımından sonra Amerika, bir devri kapatıp yenisini açmış oluyor.
WATERGATE SKANDALI, REAGAN ÇAĞI
Richard Nixon, 1974’te Amerika’nın 37.Başkanı olduktan sonra adı bir skandala karışmıştı.
Adını, skandalın ortaya çıktığı “Watergate” binasından alan skandalda, Nixon’un muhalefet partisinin konuşmalarını dinlemek için cihaz yerleştirmesi ve adının rüşvet davasına karışması sonucu Nixon, Amerikan tarihinde istifa ederek işini bırakan ilk Amerika başkanı olmuştu.
Kamuoyunun, protestolar ve gösterilerle alaşağı ettiği Nixon, şüphesiz Amerikan tarihi için utanılarak anılacak bir siyasetçi olarak kaldı.
Kendisinden çok sonra başa gelen Ronald Reagan ise,70 yaşında başkan olarak en yaşlı Amerika başkanı olarak görev yapmıştı.
1989 yılına kadar ülkeyi başta ekonomik anlamda çok farklı yerlere taşıyan Reagan, düşük faiz oranları ve kolay kredi desteğiyle kalkındırma politikasına gitmiş, 1958’den beri sadece elit kesimin kullandığı kredi kartını sosyal hayata kazandırmıştı.
AVM ve restoranlar yaygınlaştı, telefon kullanımı arttı, elektronik cihazlar üretildi. Uzay Çağı’nı başlatan Amerika, Apollo 11 ve Apollo 13’ü uzaya göndererek bir ilke imza attı.
Takip eden yıllarda George Bush, ülkenin ilk siyahi başkanı Obama ve bütün dünyanın nefretini kazanmayı becermiş bir başkan olan Trump’a sahne olan Amerika, şu sıralar yeni başkanının heyecanıyla bekliyor.
Vaatleri arasında günlük 7 milyon test, ekonomik olarak zor durumla olan ailelere doğrudan yardım, küçük işletmelere destek ve işsizlik maaşlarını arttırma ve öğrenci kredilerine en az 10 bin dolarlık bir af gibi maddeler yer alıyor.
Türkiye ile olan ilişkilerinde nasıl bir politika izleyeceği ise merak konusu olan Biden, bakalım ilerleyen yıllarda Trump’ı aratacak mı?
Amerika’nın tarihine neler katacak hep birlikte göreceğiz!