Tüm kadınlarımızın 8 Mart’ı kutlu olsun, derken benim gibi şu an binlerce kişi aynı anda kutlama mesajları yazıyor. Eşlerine çiçek alıyor, yemeğe götürüyor, hediyeler sunuyor.
Ne kadar hoş bir tablo, keşke her gün kadınlar günü olsa diyoruz… Fakat yılda tek gün olan 8 Mart sonrası işler eskisine dönüyor, bir adım yol alamıyoruz kadın-erkek eşitliği açısından.
9 Mart gelir gelmez eşine eskisi gibi yakışıksız davranan kadın-erkek eşitliği ruhunu besimseyememiş insanlar tekrar türeyiveriyor. 8 Mart sadece o gün kutlanması gereken kültürel bir bayram olarak sözlerde kalıyor, “sürü psikolojisi” anlayışının bir parçası oluyor maalesef… Şahsi olarak bu durumu “gelenekselleşme” tehlikesi olarak adlandırıyorum. Toplumun kılcal damarlarına kadar işlemiş “gelenekselleşme” hastalığı 8 Mart’ı da tahrif ederek yok edip kadın haklarını gasp etmeye devam ediyor.
Toplumun ne gibi değerlerine sirayet etti gelenekselleşme? Sayabilirim, din, siyaset, bayramlar, ahlaki değerler vb. birçok konuda hayatımızı ele geçirdi. Dinden başlayalım. Yurtdışına çıktığım zaman görüyorum… Diskolarda kızlara sarkan, bar köşelerinde haram kılınmış içkiden dolayı kusan, sokak ortasında yürüyen her kıza arsızca bakan göz zinacısı “Müslüman” Türk genci, döner yerken yarım yamalak ilkokul İngilizcesi ile döner etinin domuz olup olmadığını soruyor, kendisinin Müslüman olduğunu söylüyor. Her haramın dibini yaşayıp da sadece domuz yememek dinle alakalı bir durum değildir.
Aksine gelenekleşmenin, dinin asıl amacının tersine hizmet eden ahlaksız, namussuz bireyler yetiştirdiğini gösterir. Düşünün, evrenin ulu mimarının planı olan dinleri bile yozlaştırarak insanlara iğrenç günahlar işlettiği halde vicdanlarının rahat kalmasını sağlayan güce sahip gelenekselleşme, diğer alanlarda neler yapmaz! Bunun gibi çok örnek var, lâkin ana konumuz din değil.
Gelenekselleşmeyi siyasi ve sosyal hayatta da görmek mümkündür. Kendisine solcu diyen sevgili kardeşler görüyoruz, 6 mayıslarda Deniz Gezmiş fotoğraflarını Facebook’ta, Amerikan malı telefonları aracılığıyla paylaşırlar, yas tutarlar, ardından da eski burjuva hayatlarının dibini yaşarlar. Sırf Kürt kökenli olduğu için bir kelime Kürtçe öğrenmediği halde PKK’yı Pekeke olarak heceleyip Kürt milliyetçiliği yaptığını sanan çapsızlar var. Sağcı olduğunu söyleyip kapitalizm tarihini geçtim, aşırı sağ, merkez sağ vb. gibi ana fraksiyonların ayrımını dahi bilmeyen, sadece 28 Şubat‘ları lanetleyen fotoğraflar paylaşan sığlar mevcut. Hepsi gelenekselleşmenin suçudur. Biri solculuk geleneğini, diğeri Kürtlük geleneğini, öbürü de sağcılık geleneğini şekilcilikle yaşarken anlatılmak istenenin özüne inemiyor, kitabın kapağını okuyup bırakıyorlar sadece.
Kadınlara olan tutuma da sirayet ediyor gelenekselleşme. Eşini rencide eden, pişkince yüzüne gülüp arkasından aldatan, eşiyle kahve içerken yürüyen kızlara cehennem odunu gözleriyle bakan erkekler 8 Mart kutluyor, çiçekler alıyor, 9 Mart’ta yine eski haline dönüyor. Feministim diyenlerde de gelenekselleşme hastalığına kapılanlar yok değil… LGBT bayrağı sallayarak saçını kazıtan, vegan beslenen fakat hiçbir kadınsal sorunu takip etmeyen üniversite öğrencileri kendilerini “Feminist” ilan ediyor. Kız arkadaşının sevgilisinin dedikosunu yapan, kız yurtlarında saç baş birbirine giren, daha kendileriyle bile barışık değilken feminizm protestolarına katılan hanım kardeşlerimiz oluyor.
Şu gelenekselleşmeyi, sürü psikolojisini atma zamanı artık, yeter! Yeteri kadar insan eğitilmezse ve bilginin temeli özümsetilmezse sadece fikrin başlığını kendine gelenek benimseyen zavallıların çıkması çok doğal. Toplumun tababına inerek bu fikirleri özümsetmek zorundayız. Çiçek almakla işin bitmediğini, aile içi davranış bozukluğunun nasıl giderilmesi gerektiğini anlatmalıyız. Aile içi de değil sadece, gündemle ilgili de farkındalık yaratmak zorundayız. Feminizm “Kocam bana şiddet uygulamasın, beni aldatmasın” kültü değil sadece, kimse kusura bakmasın. Toplumsal dayanışmadır, o yüzden gündem takip edilmelidir.
Mesela, deprem bölgesinde su yok, birçok hastalıklar artıyor, birçok kadın adet oluyor fakat ped bulamıyor, alerji olabiliyorlar. Bunlardan neden hiçbir gazete bahsetmiyor? Bahsettireceğiz. Kadınlara birçok şiddet uygulanıyor eşleri tarafından çadırlarda, herkes sesini çıkarmak zorunda. Boşanma aşamasındaki kadınların yardım paraları savurgan erkeklerin hesabına yatırılıyor, ses çıkarın!
Ağaçlar gibi köklerimizi sağlam atalım toprağa, en güçlü sel bile bizi etkileyemesin toplum olarak. Her ülkedeki, Yunanistan, İngiltere, ABD, evrensel düşünceye sahip insanlarla ve kurumlarla iletişime geçmek zorundayız. Hem yurtiçi hem yurtdışı farkındalıklarını arttırmak zorundayız. Seminerler daha fazla olsun, sadece gitmek isteyenlerin katıldığı değil istemeyenin de gitmesi gereken seminerler düzenlenmelidir. Eğitimli, elit semtlerde bunu duyurmak nafile kalır, toplumun en ücra köşesine kadar gidilmelidir.
Bunların hepsini mefkûre(amaç) edinmeliyiz ki her 8 Mart bir adım daha yaklaşalım yoksa yelkeni olmayan gemiye rüzgar da yardım etmez. Eğer ki bir mefkureye tabi olursak o zaman zincirlere, prangalara da vursalar yine de ilerleriz. Biri bir kadına bir fıske vursa tüm dünya ayağa kalkar o zaman, sadece yerel feminist kuruluşlar değil. 8 Mart’ta kadına sus payı verilen çiçekler ve gönderilen kültürel mesajlar yerine, her anlamıyla eşit bir toplum yakalarız.