“29 Ekim Cumhuriyet Bayramı” bağımsızlık yolu… Kıymetli okurlarım, bugün 29 Ekim 2021, Cumhuriyetimizin Kuruluşun 98. Yılı. Kutlu olsun.
Kolay bir cümleyle ifade edilen bağımsızlık ateşinin ardında uzun bir yol ve mücadele var. Bu vesileyle sizlerle; o günlere bir yolculuk gerçekleştirip yaşananları hatırlamak, milletimizin azim ve kararlılığıyla küllerinden yeniden doğuşuna giden yolu birlikte adımlamak istiyorum.
20. Yüzyılın başında sömürgecilik ve sanayileşme devrinin gereksinimi olan hammadde ihtiyacı ile birlikte artan teknik imkânlar gelişen devletleri yayılmacı bir politikaya itti. Varlık ve üretim arttıkça, kazanma isteği hem de hâkimiyet arzusu arttı. Bu durum büyük ülkelere işgal edilecek yeni toprak ihtiyacı doğurdu. Hindistan, Afrika’dan sonra sırada Osmanlı vardı.
Bir türlü çağın gerekliliklerini yerine getiremeyen Osmanlı İmparatorluğu ne yazık ki bu düzene ayak uyduramadı. Cihana altı asır hükmetmiş bir imparatorluğun son döneminde yaşadığı olumsuz gidişatın genel olarak iç ve dış olmak üzere iki nedeni vardı. İlki, doğal sınırlara ulaşmış topraklarda hüküm gücü azalmış, gelişim çağına ayak uyduramamış olmasıdır. İkincisi, devlet yönetiminde dış güçlerin güdümündeki kişilerin artması, yönetim ve muhalefet kadrolarının uzun vadeli öngörülere sahip olamaması, eğitim, teknik ve sosyal imkânların yeterli seviyeye ulaştırılamaması sayılabilir. Bu olumsuzluklar hâliyle iç buhranlara neden oldu. Kötü gidişatın ve çöküşlerin önü alınamayınca dünya devletlerinin gözleri Osmanlı’ya çevrildi. Mısır Valisi’nin isyan ederek Kütahya’ya kadar ilerlemesi ise büyük ülkelere bir karar aldırdı. Osmanlı parçalanacak ve pay edilecekti. Haritalar hazırlandı, masalar kuruldu ve paylaşım yapıldı.
Artan ihtiyaçlar ve başlayan büyük rekabet dünya devletlerini ister istemez birbirine düşürüyor ve ittifak blokları kuruluyordu. Dünya büyük buhranı, yani “Cihan Harbi’ni” kaçınılmaz olarak yaşayacaktı. Bunu öngören son imparator Sultan II. Abdülhamit Han, “Kırk yıl bu devletlerin birbirine düşmesini bekledim. O gün gediğindeyse tahtta değildim.” Demiştir. Çünkü Osmanlı İmparatorluğunun ayakta kalması o gün alacağı karara bağlıydı. Lakin görevde olan devlet adamları bu durumu anlayacak kabiliyette değillerdi. Sonraki yıllarda bu konudaki pişmanlıklarını birçok yerde dile getirecek ve yazacaklardı ancak iş işten çoktan geçmiş olacaktı.
I. Dünya Savaşı herkes için yıkım getirdi ama Osmanlı için çok daha kötüsü oldu. Tüm imparatorluk pay edilip işgale uğradı. Anadolu’nun büyük kısmı işgal edildi. Ordusu dağıtıldı, varlıklarına el konuldu. Ancak, dünyanın unuttuğu bir şey vardı. Türk asla hürriyetsiz olmaz, boyunduruk altında kalamazdı. Bu işgal ve türlü tecavüzlere karşı yola düşenler Mustafa Kemal önderliğinde Anadolu’da yakılan bağımsızlık ateşinin etrafında toplandı.
Erzurum’da yapılan ilk kongreden sonra Sivas’ta ikinci kongre gerçekleştirildi. Sonra yol Ankara’ya, vatanın yeni kalbine ilerledi. Kurulan ordular, yola çıkan bir millet bağımsızlık için varını yoğunu ortaya koydu. Milli Mücadele, diğer adıyla İstiklâl Harbi çetin mücadelelerle ama bir milletin azmiyle kazanıldı ve başarıya ulaştı. 29 Ekim 1923 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından Cumhuriyet ilan edildi ve Ulu Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk, Türkiye’nin ilk Cumhurbaşkanı oldu.
İstiklâl Harbi öncesi Anadolu’yu işgal eden devletler ellerinde tuttukları bölgelerin her türlü zenginliğini almayı hedefliyor ve başarabilirlerse Türkleri buradan kovmak istiyorlardı. Çünkü onlar bu toprakların kendi geçmişlerine ait olduğunu düşüyorlar, hâlen de böyle düşünmekteler. Örneğin bizler, Endülüs Emevi Devleti döneminde Kurtuba ismiyle anılan şehri şimdilerde Cordoba olarak biliyoruz ve öyle kabul ediyoruz. Lakin batı böyle yapmıyor. Onlar unutmuyorlar, İstanbul için hâlen “Konstantiniyye” kelimesini kullanıyor ve işbirlikçileri bazen duvarlara, “Zulüm 1453’te başladı,” yazacak kadar gayelerini diri tutuyorlar.
İstiklâl Harbi ve sonrasında atılan adımlar neticesinde bağımsızlığımızı kazanmış, bedeli ağır ödenerek kurulan devletimiz yeni ve güçlü sütunlar üzerine inşa edilmiştir. İstiklal ateşinin yakılması, Anadolu’da birlik sağlanması, onlarca isyanın bastırılması hiçte kolay olmadı. Yunanlılarla başlayan savaşlar aslında yedi düvelle yapıldı. Çünkü o savaşlarda ardı ardına zaferler kazanılmasaydı diğer devletler muhtemelen dünya tarihinin hiç görmediği ve göremeyeceği bir katliama girişeceklerdi. Lakin milletimiz lideriyle birlikte Yunanlıları denize dökünce işler değişti. Hatırlarsanız, İstanbul’u işgal eden müttefik devletler komutanı Payitahta Fatih gibi girmişti. Şükür ki, sonuç Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün dediği gibi; “Geldikleri gibi giderler!” şeklinde oldu ve şanlı sancağımızı selamlayarak gittiler.
Kıymetli okurlarım, bir süredir yazılarımda genel itibariyle bu konuda cümleler sarf ediyorum. Çünkü gerçek budur ve onların fikirleri, düşünceleri, amaçları hiç değişmedi. Bu nedenle var olan devletimiz bizim velinimetimizdir. Her şart ve durumda devletimizi korumakla, sahip çıkmakla mükellef olduğumuzu düşünüyorum. Bu vesileyle tekrar Cumhuriyet Bayramınızı kutlar ve okurlarıma esenlikler dilerim.