Bu ülkede kadınlar, yalnızca fiziksel şiddete değil, aynı zamanda yaşamlarının her anına müdahale eden baskılara karşı da savaşıyor.
Tüm bu baskılar bireysel bir sorun değil; kadınları toplumun sınırlarına hapseden, onları özgürlüklerinden mahrum bırakan derin, köklü bir sistemin dayatmasıdır. Bu noktada kadın cinayetlerinin “politik” olduğunu söylemek tam da bu yüzden yerinde bir tespittir.
25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü’ne sayılı günler kala, Eşitlik İçin Kadın Platformu’ndan (EŞİK) Özgül Kapdan ile Türkiye’nin kanayan yarası ‘kadın cinayetleri’ni konuştuk.
Türkiye’de kadın olmayı nasıl tanımlarsınız?
Türkiye’de kadın olmak zor, çocuk olmak zor, hayvan olmak zor. Evet, çok zor günler yaşıyoruz ama bir yandan da kadınların önünde açık bir yol var. Her ne kadar kapatılmaya çalışılsa da.. Bir dayanışma kültürü var kadınlar arasında. O imece kültürü ölmemiş, kadınlar birbirlerinin çaresi olabiliyorlar. Bu açıdan böyle çok dramatik, çok karamsar bir tabloda çizmek istemiyorum. Ayrıca birçok ülkeye kıyasla bir takım eşitsizliklerle ve şiddetle mücadele mekanizmaları var ve çok güçlü bir kadın hareketi var.
Şiddet eşitsizlikten doğar
Türkiye’de kadına yönelik şiddetin artmasının sebepleri nelerdir?
Kadına şiddet, temelde bir eşitsizlik ve kendinde hak görme meselesidir. Şiddet, kadınları erkek için yaratılmış, onların hizmetinde olması gereken varlıklar olarak görme ideolojisine dayanıyor. Şiddet aslında eşitsizlikten doğar. İtaat etmeyen kadını sindirme hakkına sahip olduğunu düşünme psikolojisidir bu. Elbette sorsanız çoğu bu şekilde ifade etmez ama beynin arka tarafında yatan kod budur.
Şiddetin nedenleri kişisel değildir, ideolojik ve politiktir. Bu ideolojiyi de besleyen pek çok faktör var; neoliberal politikalar, kapitalizm, din, zararlı gelenekler.. Bunları feminist bir bakışla sorgulamadığımızda şiddeti bireysel duygulara ve bireysel niteliklere indirgiyoruz.
“Çocukluğunda da şiddet olan bir adam, şiddet uygular” cümlesi bilimsel değildir. Hayatında hiç şiddet uygulamamış yada maruz kalmamış birisi de gayet karısını öldürebiliyor. Hiç şiddete maruz kalmamış erkekler de gayet rahat cinayet işleyebiliyor. Çünkü onu yapabileceğine, böyle bir hakkı olduğuna inanıyor ve bu düşüncesi için kimse onu ayıplamıyor. Toplumun büyük çoğunluğu en fazla vah vah, ağır ceza verilsin diyor hepsi bu.. Kökenine inmek, asıl nedenini sorgulamak diye bir şey yok maalesef..
Peki kadına yönelik yasalar ve düzenlemeleri yeterli buluyor musunuz?
Kadın hareketi çok güzel çalıştı bu konuda. İstanbul sözleşmesi – 6284 keza TCK. Kadınların ortak mücadelesiyle yapılmış eşitlikçi aile modelini öne çıkaran, laiklik temeline dayanan bir medeni yasamız var. Yasalarımız gayet iyi ama uygulamada çok ciddi sorunlar var. 22 yıldır -Medeni yasaya aleni bir şekilde cephe almış, yasayı ortadan kaldırmak isteyen bir zihniyet yönetiyor ülkemizi.
Örneğin nafaka hakkına haramdır demek nafaka isteyen bir kadını öldürme hakkının olduğunu düşündürmek demek aslında. Ayrıca sadece cezadan doğru düşünmek şiddeti önlemiyor. Tam tersine cezasızlık getiriyor. Zaten ülkede adaletin çivisi çıkmış durumda. Yasalarda yeterince ağır cezalar var ama bunların uygulanmasında hem kayırmacılık gibi durumlara rastlanıyor hem de yeterince uygulanmıyor. Bir de aflar var. Son 5 yılda iki kez infaz düzenlemesi adı altında of çıkarıldı. Kadın katilleri ve tecavüzcüler de affedilenler arasındaydı.
Örneğin 6284 sayılı kanununda caydırmak amaçlı bir ceza var; koruma kararı verildiğinde buna uyulmuyorsa, uymaya zorlama hapsi yani.. Ancak bu hiçbir zaman uygulanmadı. Çünkü yargıyı uygulayanlar da cinsiyetçi. Üstelik de üst yönetim cinsiyetçi olunca “vardır bir sebebi” filan deyince yaptırım uygulaması gerekenler bu söylemden kolayca etkileniyor. Kadınlar sırf kötü yada sapık, öfkeli biriyle evlendiler diye öldürülmüyorlar. Cinayetler sistematik, politik ve planlı.
“Eskiden de kadın cinayetleri oluyordu ancak haberimiz olmuyordu. Sosyal medyanın yaygınlaşmasıyla daha çok duyulmaya başlandı” bu klişe cümle maalesef artık daha çok karşımıza çıkıyor. Bu durum gerçekten böyle mi?
Kesinlikle çok büyük bir kandırmaca bu. birkaç yıl önce aile bakanlarının hepsi “Kadına yönelik şiddet artmadı, görünür oldu” söylemlerini dilinden düşürmüyordu. 2018 den sonraki aile bakanları zaten bu konuda konuşmuyorlar bile. En fazla “şiddete sıfır tolerans” deyip ardından “aileyi koruyacağız” söylemine geçiş yapıyorlar. . 2009’da dönemin adalet bakanı Mecliste 2002’den 2009’a kadar geçen süreçte kadın cinayetleri sayısı yüzde 1400 arttığını açıklamıştı. Bu artış o dönemde günde 5 kadının öldürüldüğünü gösteriyordu. O tarihten sonra devlet kadın cinayetleri rakamlarını açıklamadılar. Zorda kaldıklarında rakam açıklayan STK’ların rakamlarının biraz altında rakamlar telaffuz ettiler. Bu gerçek olamaz. Çünkü bu kuruluşların her hastanede her karakolda bir muhabirleri yok sonuçta. Gerçeği tam olarak yansıtamıyorlar. Son bir iki yıldan beridir ise zaten günde 5 rakamını basına yansıdığı kadarıyla bile buluyoruz. Geçeğin daha fazla olduğu aşikar.
Ülkede sabah akşam yapay siyaset konuşuluyor
Ülke olarak pek çok konuda olduğu gibi kadın cinayetleri özelinde de birlik olmak yerine kutuplaşma eğilimindeyiz. Söz konusu kadın cinayeti olduğunda dahi “Kadın da öyle giyinmeseymiş, o saatte orda ne işi varmış” gibi ayrımcı ifadelerle karşılaşıyoruz. Bu örgütlü yozlaşmayı kırmak için nasıl bir yol izlemek gerekiyor?
Her şeyden önce ne giydiğimiz, hangi mezhepten olduğumuz, hangi dili konuştuğumuzdan bağımsız olarak herkesin şunu bilmesi şart artık; Bu cinayetlerin hiçbiri durup dururken olmuyor. Uzun süren bir şiddet sonunda cinayete kadar geliniyor ve bu katliamların hepsi de planlı bir şekilde işleniyor. Öyle anlık öfke, cinnet vesaire değil. Adliye koridorlarında ise faillerden hep aynı savunmaları duyuyoruz; “Bana küfretti, erkekliğime laf etti..” Buradan anlıyoruz ki bu bir erkek ideolojisi.
Kadın cinayetlerinin önemsenmesi konusunda artık başka bir aşamaya geçmemiz lazım. Mesela basının haberi verme biçimi hiç desteklemiyor. Üçüncü sayfa haberi gibi veriyor ve geçiyorlar. Siz hiç bu konunun uzmanları tarafından bir TV de bir tartışma programıgördünüz mü? Yok değil mi? Sabah akşam üretilmiş gündemler konuşuluyor. Çünkü önem verilmiyor. Reyting getirmeyeceği sanılıyor. Oysaki bu konu ülkenin yarısını çok yakından ilgilendiriyor. Evinde şiddet olan her kadın ve varsa çocuğu uykuya korkuyla dalıyor. Sokaklar güvensiz.
Artık bütün toplum kadın erkek eşitliğine aykırı herhangi bir cümle duyduğunda ayıplamalı ve gündem yapmalı. Herkesin bunu iş edinmesi gerekiyor. Bunun dışında bir çözüm yok. Ceza bir sonuçtur, kadın ölmeden önce bir şeyler yapılmalı. Önemli olan bu.
Sığınaklar güvence vermiyor
Sığınma evleri güvence vermiyor
Sığınaklarda kalma sürelerinin sınırlı olması, şiddet mağduru kadınları endişelendiriyor mu, bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Sığınakta kalma süresi 6 ay. Ama gidecek yeri olmayan kadınların kalma süreleri uzatılabiliyor diye biliyorum.. Burada önemli olan kadının 6 aydan sonra normal hayata geçebileceği bir ekonomik ve sosyal güvencesinin olmaması. Sığınaklardaki kadınlara öncelikli istihdam ve sosyal konut verilmesi gerekiyor. 6 ay sonra ne yapacağını bilmeyen kadınlar şiddet ortamında kalmayı tercih edebiliyor. Ayrıca 12 yaşın üzerinde erkek çocuğu olan kadınlar sığınaklara kabul edilmiyor. Bu yüzden evlerinde şiddete boyun eğmek zorunda olan pek çok kadın var..
Verdiğiniz mücadele için sizi bir kez daha yürekten tebrik ederiz. Umarız toplumumuzun huzuru, refahı, kadınların aydınlık geleceği ve daha yaşanır bir dünya için çabalarınız karşılığını bulur. Okurlarımıza son olarak ne söylemek istersiniz?
Bence cinsiyet ayrımcılığına uğramamış, şiddetin bir türüne maruz kalmamış hiçbir kadın yoktur. Herkesin acımaktan öteye geçmesi ve bu konuda oturup düşünmesi lazım. Herkesin bu konuya sahip çıkması, meseleyi en önemli toplumsal sorunlarımızdan biri olarak görmesi lazım ki, bu gidişat son bulsun. “Aileyi korumak” dışından ağızlarına “kadın” lafını almayanlar da dahil.