25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü kapsamında bu yazıda bir kadın her şeyden önce bir birey olarak anlamaya ve anlatmaya çalışacağız.
Öncelikle şiddetin ne olduğu konusuna değinmemiz ve özellikle günümüz Türkiye’sinde en çok konuşulan gündem konusunu doğru anlamamız biz bireyler ve özellikle yurttaşlık görevi açısından büyük önem arz etmektedir. Kadınların cinsiyetleri nedeniyle maruz kaldıkları fiziksel, cinsel, psikolojik acı veya ıstırap veren ya da verebilecek olan her türlü eylem, uygulama ya da bu tür eylemlerle tehdit edilme, zorlanma veya keyfi olarak özgürlükten yoksun bırakılmalarıdır. 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü kapsamında bu yazıda bir kadın her şeyden önce bir birey olarak anlamaya ve anlatmaya çalışacağız.
Şiddet Nedir?
Şiddet, Dünya Sağlık Örgütü (WHO) tarafından, “fiziksel güç veya iktidarın kasıtlı bir tehdit veya gerçeklik biçiminde bir başkasına uygulanması sonucunda maruz kalan kişide yaralanma, ölüm ve psikolojik zarara yol açması ya da açma olasılığı” olarak tanımlanmaktadır. Hukukçuların şiddet eylemlerini; insanın, benzerlerine karşı giriştiği, onlarda önemli ya da önemsiz hasarlar veya yaralar oluşturan, saldırganlık ve hoyratlık ifade eden hareket olarak tanımlaması şiddetle birlikte güç kullanımının etkisi sonucu bedende yaratılan fiziksel ya da zihinsel bir zararın sonucu olarak görürler. En çok şiddet gören gruplar sınıflandırıldığında; kadına çocuğa, yaşlıya, akranlar arası, kardeşler, flört, engelliye, LGBT, mültecilere yönelik şiddetler gibi sınıflamalar ortaya çıkmaktadır. Şiddet tipinin ise fiziksel, cinsel, duygusal, ekonomik olabileceği gibi siber şiddet tipi olaraktan karşımıza çıkmaktadır.
Şiddet Neden Uygulanır?
Genetik, psikolojik, sosyolojik, demografik yapılanma, kültürel ögeler, ekonomik durum, politik faktörler vb. şiddetin nedenleri arasında gösterilebilmektedir.
Şiddetin uygulanması bazen yakın çevrenin etkisinde olabileceği gibi farklı düzeylerdeki etmenlerin birbirleriyle olan etkileşimlerden de kaynaklanabilir. Örneğin yukarıda yer alan ekolojik modelde birey dairesinde kişisel geçmişi ve biyolojik etkilerinde etkili olduğu ilişki davranışlarını içerir. İkinci daire ise aile gibi yakın çevreyi kapsar. Üçüncü daire ise yaşam alanında yer alan iş ortamı, farklı arkadaş grupları ve bunların iletişim ağını içeren resmi veya gayriresmi kurum, kuruluş ve yapıları içerir. Dördüncü ve. en dışta yer alan daire toplumun kültürel norm ve değerlerine, ekonomik ve sosyal çevreleri temsil eder.
Hepsi bir bütün içerisinde birbirlerini etkilemektedirler. Özellikle toplumların değer yargılarını da içeren bu davranış modelleri genel olarak kadın, çocuk ya da yaşlıların bir arada yaşamalarından doğan sıkıntılar neticesinde aile içi şiddetin arttığını görmekteyiz. Her ne kadar aile içi şiddet desekte genel olarak bu şiddetin erkeğin kadına uygulaması olarak karşımıza çıkar. Çocuklara karşı uygulanan istismar veya yaşlılara uygulanan istismarlarla da toplumlar karşı karşıyadır. Özellikle ülkemizde bu olayların kadına toplum tarafından yüklenilen birtakım rollerin sonucunda; Ki bu çoğunlukta kadının ekonomik özgürlüğüne sahip olamaması gibi nedenlerden ötürü olayların üstü kapatılmakta ve sineye çekilmektedir. Pek çok mağdur utandığı veya yeniden şiddete maruz kalmamak adına yetkililere şikayet etmemektedir.
Şiddeti uygulayan tarafın öfke kontrolsüzlüğü şiddet gören tarafın fiziksel ya da mental acıya maruz kaldığını ve hayatında onarılamaz etkilere neden olmaktadır. Bunları genel şiddet gören gruplar için geçerli sebepler olarak görebiliriz. Hepsi farklı bir inceleme alanı olduğu için hepsine değinemesek bile yeryüzünde yaşayan canlı yahut cansız her varlığın hakları olduğunu bireyler olarak unutmamalıyız.
Kadına Yönelik Şiddet
Kadına yönelik şiddet özellikle cinsiyetleri sonucunda maruz kaldıkları fiziksel, duygusal, cinsel ve ekonomik şiddet olmak üzere dört şekilde karşımıza çıkmaktadır. Fiziksel şiddet, kadının iradesi dışında gerçekleşen, vücut bütünlüğünün ihlali, fiziksel zarar verici eylemleri içerir. Bu kişinin bedeninde geçici ya da kalıcı hasarlar bırakabilir ölümüne yol açabilir. Bunu da biz günümüz dünyasında çok duyduğumuz kadın cinayetleri olarak sıklıkla duymaktayız.
Psikolojik şiddet; duygusal olarak kişiyi istismar etme, kişiyi küçük düşürme, onu baskı altında tutma ahlaki prensiplere karşı zorla bir şeyler yapmaya mecbur bırakma, emir verme, bağırma, kişinin fikirlerini önemsememe olabilir. Partnerlerin üzerinde güç ve kontrol sağlamak için yapılan yöntemlerdir.
Örneğin; “Eğer benden ayrılırsan, çocuklara zarar veririm.” gibi aile içinde yaşanan şiddetin psikolojik yansımasını görebiliriz. Kadına yönelik yapılan cinsel şiddet, fiziksel şiddeti de içerir. Kadının iradesi dışında ilişki kurma girişimi, tecavüz, sözlü taciz, ve fiili olarak yapılan taciz cinsel şiddet örnekleridir. Namus veya töre adına bu davranışların kadına yönelik baskılara veya öldürmek gibi olaylara yol açmaktadır. Kadına yönelik uygulanan ekonomik şiddet; kadını çalışmaya zorlama ya da çalışmasına izin vermeme, kadının eğitimine karşı çıkma, kadına para vermeme, miras haklarından mahrum etme, kadın ticareti yapan kişilerce seks işçiliğine zorlanma gibi şiddet biçimlerini kapsar.
BBC News Türkçe’nin yaptığı bir haberde her 10 kadından 1’inin fiziksel veya cinsel şiddete maruz kaldığını yazmıştır. Kadınlara şiddet uygulayan kişilerin çoğunlukla onların yakınında bulunan ilişki kurduğu kişilerce uygulandığı görülmektedir. Bu kişiler kocaları, eskiden birlikte oldukları, veya birlikte olmak zorunda kaldıkları kişilerce yapılmaktadır. Dünya Sağlık Örgütü’nün verilerine göre dünya çapında kadınların %35 i fiziksel ve cinsel şiddet görmekte ve bunların %30’u partnerleri %7’i ise partneri olmayan kişiler tarafından uygulanmaktadır. Bu şiddet, biyolojik, psikolojik ve sosyal nedenlerden ötürü ortaya çıkmaktadır. Kadına yönelik şiddetin etkilerinin fiziksel veya mental sağlığını olumsuz etkilediği uzmanlarca incelenmiştir. Şiddet kişide duygusal veya kişilik bozukluklarına, fiziksel yetersizliğe, uyuşturucu madde ile alkol kullanımının artmasına ,depresyon gibi birçok problemin yaşanma olasılığını artırmaktadır.
Kadına Yönelik Şiddete Karşı Mücadele
Kadına yönelik şiddetin, tüm dünyada eski zamanlardan beri yaşanan bir olgu olmasına rağmen, hukuksal ve uluslararası sistemde insan hakları kavramı kapsamında bir sorun olarak ele alınmaya başlanmıştır.
Örneğin, kadınlara yönelik siyasal hakların bugün Avrupa’nın demokrasinin göbeği olan ülkelerinde bile çok geç elde edebildiklerini görüyoruz. Bu gecikmeler kadının toplumdaki rollerinden, statüsünden veya aile içinde mahremiyet olarak özel bir durum olarak görülmekte ve toplum tarafından karışılmamaktaydı.1948 İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin kabul edilmesiyle birlikte kadın-erkek eşitliği vurgulanmaya ve kadınların haklarını güvence altına alan bir sözleşmenin gerekli olduğu tartışılmaya başlanmıştır. Birleşmiş Milletler tarafından 1979 yılında imzalanan Kadınlara Yönelik Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Uluslararası Sözleşmesi(CEDAW)kabul edilmiştir.
Sözleşmenin ilk taslağında şiddet konusuna yer verilmemiştir.1992 yılında düzenlenen tasarı ile kadına yönelik şiddetin ayrımcılık olduğuna karar verdi ve sözleşmeyi imzalayan devletlerin bir ayrımcılık biçimi olan kadına şiddeti önlemek konusunda sorumlu tutuldular.2021 itibariyle 6 ülke; Vatikan, İran İslam Cumhuriyeti, Niue, Somali, Sudan, Tonga sözleşme için bir adım atmamış, 2 ülke de; Palau ve ABD imzalamasına rağmen onaylamamıştır. Güncel olarak 189 devlet bu sözleşmeyi kabul etmiştir.
Günümüzde yakın zamanda örnek verecek olursak ülkemizde İstanbul Sözleşmesi konusunda tartışmaların yaşandığını ve Türkiye Cumhuriyeti’nin sözleşmeyi fes ettiğini biliyoruz. İstanbul Sözleşmesinin diğer denetim mekanizmalarından bir farkı da kadına yönelik şiddetin yanı sıra toplumsal cinsiyete dayalı ayrımcılığa da yer vermiş geniş tanımlamalar yapmıştır. Bu tür sözleşmelerin gerekliği ve niteliği düşünülürse; kadınların tüm yaşam alanlarında ayrımcılığa maruz kalmamaları, erkeklerle eşit ölçüde insani haklardan ve temel özgürlüklerden faydalanmaları ve bu konuda gelişim sağlamaları, toplumsal cinsiyet eşitliği ekseninde her türlü şiddet, cinsel istismar, taciz, tecavüz, zorla erken yaşta evlenmeye zorlanma ile namus cinayetleri gibi konuların önlenmesine yönelik toplumda kadının haklarını korumanın gerekliliğini vurgulamaktadır.
25 Kasım Kadına Karşı Şiddetle Mücadele Günü Nedir, Nasıl Ortaya Çıktı?
Birleşmiş Milletler Genel Kurulu 1999 yılında 25 Kasım gününü Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü olarak ilan etti.1960 yılında Dominik Cumhuriyeti’nde meydana gelen bir olayı temsil etmektedir.25 Kasım; 1960’da Dominik Cumhuriyeti’nde faşist Trujillo Hükümet’ine karşı ezilenlerin verdiği bu büyük mücadelede sembol haline gelen Mirabel Kardeşlerin tecavüz edilerek öldürüldüğü gündür aslında.
Mirabal Kardeşler ve eşleri, Trujillo diktatörlüğüne, insanlara yaptığı işkencelere karşı Clandestina isimli gizli bir örgüt kurdu ve diktatöre karşı insan hakları ve demokrasi mücadelesi kapsamında savaş açtı. Mücadelede simgeleşen kadınlar diktatörlük tarafından defalarca tutuklandı, mal varlıklarına el konuldu. Bunlarla yetinmeyen Trujillo bir halk konuşmasında “Ülkenin en büyük iki sorunu kilise ve Mirabel Kardeşlerdir” diyerek Mirabel Kardeşleri hedef gösterdi. Bu konuşmadan kısa bir süre sonra, hapishanedeki eşlerini ziyaretten dönen üç kız kardeş, uçurumdan aşağı atılarak öldürüldü. Bu cinayet resmi kayıtlara “trafik kazası” olarak geçti.
Kardeşlerden birinin kod adı Kelebek olmasından esinlenerek; tüm dünyada Kelebekler adıyla anıldılar. Bugün kadına yönelik şiddetin devlet şiddetiyle iç içe görüldüğü kadın dayanışmasının şiddetle mücadele kapsamında ülkemizde de gün geçtikçe artan Sivil Toplum Kuruluşlarının, derneklerin, vakıfların toplumda kadına yönelik şiddetin doğru bir şekilde anlatılmasına öncülük ederler. Bu kurum ve kuruluşlar eylemler, yürüyüşler ve kongreler düzenliyor.
Ülkemizde kadına yönelik şiddetin sık sık yaşandığı ülkeler arasında yer almaktadır. Twentify, Kadına Şiddet 2020 Araştırması sonucunda;%42’si kendilerinin ya da çevrelerindeki birinin şiddete maruz kaldığını ifade ediyor. Kadınların %56’sı bu durumun farkındayken erkeklerde bu oranın %27’ye düşmesi toplumsal algıdaki dengesizliğin boyutunu ortaya koyuyor. Şiddetin en sıklıkla eşlerden geldiği görülüyor. Şiddetlerin en öndeki nedeni öfke olarak ifade ediliyor (%54). Bunun yanında anlaşmazlıklar (%38) ve ekonomik yetersizlik (%30) diğer önemli nedenler arasında sayılıyor.
Bu araştırma sonucunda görülüyor ki ülkemizde kadına yönelik şiddetin boyutlarını; Google aramada 2021 yazınca kadın cinayetleri sayısı olarak ilk sırada yer alması toplumda büyük sorunların yer aldığını gözler önüne sermektedir. Anıt sayaçlarına göre; 2018 yılında cinayete kurban giden kadınların sayısı 405 iken bu sayı; 2019’da 421; 2020’de 408;2021 Eylül ayında 26 kadın cinayeti işlendiği raporlara yansımaktadır. Tüm dünyada gittikçe toplumlar için büyük sorunların yaşandığını; teknolojinin gelişim gösterdiği 21.yüzyılda tüm platformlar tarafından haberlerle görmekteyiz.
Kadınları yalnızca 8 Mart ya da 25 Kasım gibi özel günlerde değil toplumumuzun yaşam alanında sorunlarımızı kabul etmeli; cinsiyet eşitliğini, kişisel hakları gerek yetkililer gerek devlet tarafından gerekse STK’lar yardımıyla anlatmalı toplumu eğiterek kadınlara yönelik şiddetin azalmasında önemli etkiler yaratabilir, kadınların güven ve korkusuzca yaşam sürmelerine yardımcı olabilir, kadınların hayatın her alanında akşam 19.00’dan sonra istediği yerde ulaşım aracından indirilmek zorunda bırakılmadığı, dolmuşta tek kişi kaldığında gideceği yere daha gelmemişken inmek zorunda hissetmediği, gelecek nesillerin korku içinde büyümediği bir ülke yaratmak zorunda olduğumuzu unutmamalıyız.