Yalın hesaplaşma… Yalnızlık eskiden de benim için zordu ama artık dayanılmaz bir hal aldı, almaya başladı. Düşünmemek istemiyorum, kendi kabuğuma çekilmek, kimseye karışmamak, kimsenin de bana karışmamasını istiyorum.
Kaçmak istiyorum uzaklara ama elimden sadece kelimelere kaçabilmek geliyor. Satırlar arasında gömmek istiyorum kendimi orada kaybolmak. Kimsenin beni bulamamasını. Zaten varken de kayıp değil miyim? Varlığımı kanıtlayabilmek için sırf yeni insanlarla tanışıyorum. Ama sonra o kısır döngü gene başıma geliyor gene gene… İçimi en acıtan konu aslında bu konuşmaktan en çok çekindiğim. Ama iyi geldi yazmak çok iyi…
Biliyordum ilacının yine kelimelerde saklı olduğunu. Onlar beni yargılayamaz kötü bakmaz benden kaçmazlar. İstediğim zaman istediğim dozda emrine amadeler. İnsansız hava yarışları gibi başka bir insana ihtiyaç olmadan yaşanabileceğini düşündüm. Tüm hayatımı hayat felsefemi de bunun üzerine kurdum. Böyle tüm varlığını gelen tüyoya göre yatıran at yarış severler gibi. Ben de bunu tek attım tutmadı, yattım. Ve bu bana baya pahalıya mal oldu. Ne yapacağım bilmiyorum. Yolumu, yönümü, rotamı kaybettim. Hem biçareyim hem yapayalnız.
Bir hedefe gönül vermek en iyi seçenek en makul olan. Kazanmak istedikçe daha çok kaybettim. Karma yasası belki ya da ben de problem var onu da bilmiyorum. Ne yaptım ulan sana hayat! Bir tek emelim var mutlu ol yeter mantığında geçiyor günler ama olamıyorum. Sürekli bir şeyler yapmam gerekiyor. Yalnızca bir şeyler yaptığımda bu huzursuzluk hali geçiyor. O zaman korkmama gerek kalmıyor. Çünkü yalnızlık korkusu zehirden beterdir. “Bu korkuyu duymaktansa çalışmak daha iyidir” demiş Zweig Clarissa da. Bu satırlar ya karanlık yaşamıma bir ışıktı ya da daha da karanlıklarımın derinliklerine iten bir çamurdu. Acaba hangisiydi?