Sen de göç ediyorsun… Göç; tarihsel süreçte insan üzerinden değerlendirilirken genel olarak; bireyin bir yerden başka bir yere yerleşmesi/gitmesi olarak yaşamlarımıza servis edilmiştir.
Bu kadar basite indirgenmesi belki de diğer fraksiyonlarının gözden kaçırılarak kavramın önemsizleşmesini sağlamıştır. Göç yalnızca fiziki açıdan değil, ruhsal, mental ve duygusal açılardan da değerlendirilmelidir. Bu yazı da göçü yalnızca fiziki olarak ele almadan nasıl aslında hepimizin farkında olmasak da birer göçmen olduğumuza değinmek istiyorum.
Tarihsel süreç göz önünde bulundurulduğunda, dünyada gerçekleşen çoğu olayın arkasından mutlaka göç ile ilgili detaylar karşımıza çıkmaktadır. Bundandır ki bilimsel ve akademik açıdan kavrama yaklaştığımızda hemen hemen her alanda göç konusu üzerine atıflar bulmamız olağandır.
Bugüne baktığımızda ise “ötekileştirmenin normalleştiği” dünyamızda, ötekileştirilenler tarafından normal ötekileştirilir hale geldi. Bu ne demek ? Şu demek; toplum öyle hale geldi ki, kendinden olmayan bireyleri, mekansal argümanlardan bağımsız olarak öteki olarak kabul ediyor. Yani artık eskiden olduğu gibi güçlünün, zayıfı ezmesinin veya dışlamasının yanına ek olarak dışlananda güçlüye benzemekten haz etmiyor. Bu durum sıkıntılı bir durum çünkü artık yabancı ve yerelin toplumsal bağlamda birlikte yaşayabilmesi için gerekli olan sosyal uyum önemsiz hale geliyor ve sağlanması için önündeki engeller dikkat çekmemeye başlıyor.
Birlikte yaşam ne olursa olsun makul seviyede kültürel benzerlik gerektirmektedir. Peki şimdi bunun ne demek olduğuna değinelim. İkili ilişkilerde baskın olan siz olsanız dahi ister istemez pasiften etkilenir ve göreceli olarak bazı özelliklerini kendinize entegre edersiniz. Bu sayede ikili ilişkiler sorunsallar ortaya çıkmadan devam edebilir. Ancak siz ikili ilişkilerinizdeki çakışmaları ortadan kaldırmadan veya hayati derecede azaltmadığınızda bahsi geçen ilişkinin ilerlemesi bir noktada duracaktır.
Bu durumu konumuza uyumladığımızda ise toplumun farklı özelliklere ait birimleri/bireyleri (ırk, etnik köken, din gibi) birlikte yaşayabilmeleri için birbirlerinde benzer özellikler bulmaları veyahut yaratmaları gerekmektedir. Bu bağlamda değinmek istediğim; artık öteki olan (iki taraf açısından da) değişmek/benzemekten ziyade kültürünü ve dilini korumanın (bencilce – “insan doğası bencildir” – Hobbes) yollarını aramakta, uyum sağlanamamakta ve göç edilen yol hiç bitmemektedir. Farklı olan farklı kalmaya devam ettiği sürece birlikte geçinmek mümkün olamamaktadır.
Fiziki göç açısından birliktelik durumuna göz attık. Peki bahsettiğimiz kısım aslında bakılırsa genelde ırk, kültürel veya sosyal boyuttan farklı olan insanlar için geçerliydi. Kolay mana da aslında farklı ülkelerde yaşarken aynı ülkede yaşayan insanlar üzerinden değerlendirebiliriz. (Örneklem anlaşılmasının kolay olması açısından verilmiştir. Daima bu şekilde olmamaktadır. Göç çeşitleri geniş farklılıklara sahiptir.) Şimdi; “aynıların ayrışması” nasıl oluyor ? Aynı kültüre sahip, aynı bayraktan gururlanan dahası aynı evin çatısı altında yaşayan insanlar nasıl oluyor da birbirlerine düşman kesilebiliyor ?
Duygusal ve fikirsel anlamda farklılaşmak soyut göç olarak adlandırılabilir. Yalnız dikkat edelim bu “beyin göçü” demek değil. Daha çok şundan bahsediyorum; zamanla birlikte yaşayan insanlar, çevresel ve düşünsel etkiler ile artık farklı düşünmeye, sosyal yaşamındaki gelişmeleri farklı değerlendirmeye başlayabilmekteler. Bu bağlamda mental göç olarak kabul edebileceğimiz davranışlar artık insanların birlikte yaşayamamasını birlikte getirmekte, zamanla bu süreç “kin, nefret ve şiddet” doğurmaktadır.
Gelinen noktada sokağa çıktığımızda artık bu mental göçün insanlar üzerindeki etkisini görmek mümkün hale gelmiştir. Öfke sorunlu suçlar ve dahası aile içi şiddet gün geçtikçe artmakta olduğunu görüyoruz. Artık insanlar ortak düşünsel temelde birleşmeyi kesiyorlar. Şahsi sorunları (başta ekonomik sebepler) birlikte yaşama kabiliyetinin önüne geçiyor. Uyumlu yaşamayı takan/önemseyen kaç kişi kaldı çevremizde düşünmeye ne dersiniz ?
Aslına bakılırsa acaba insan doğası değişmiş olabilir mi ? Kriz zamanlarında (savaş gibi) birlik ve beraberlik duygusu gelişirken şimdi ne oldu da yine zor zamanlarda insanlar birbirlerine sırtlarını döner hale geldiler ? Toplumsal kimlik bir şekilde değiştirilmiş aslında bir önceki cümlede bahsettiğim ayrışmaya zemin hazırlanmış olabilir mi ?
Beyinlerin değişmesi, davranışların değişmesiyle artık birlikte yaşayamaz hale sokuyor bizi. Çünkü eskiden olan o benzerliklerimiz kayboluyor. Bunu aşmanın yolları nelerdir bir an önce düşünmeye başlamalıyız.
Öteki ne zaman bizden olacak ? Ötekileştirme kavramının nasıl genelleştiğine bakar mısınız ? Soruyu sorarken dahi “biz” dediğimde aslında bir öteki olduğunu kabul eder hale geliyorum. Sanırım bu tespit olayın ne kadar mühim olduğunu algılamamıza yardımcı olacaktır.
Göçün yalnızca fiziksel olmadığını görerek, her bireyin bir parçasının zamanla göç ettiğini kabul edebilir miyiz ?. Farklı etnisite, farklı kültür falan filan bunlar fikirsel birliktelik olmadıktan sonra aşılabilecek kavramlar değil. Öncelikle bütün olarak yaşayabilmenin çarelerini öğrenmeliyiz diye düşünüyorum kendimce. Sonrasındaki insani seviyede zaten kültür farklılıkları sorun olmaktan çıkacaktır.
Son olarak, henüz okuduğum ve çokça sevdiğim satıları sizlerle paylaşmak istedim. Bu yazıyı okudunuz ve dediniz ki ben göçmen falan değilim. Üstelik dün neysem bugün de oyum diyorsanız hepimizin ölümlü olduğunu bilerek size göçmen olduğunuzu ispatlıyorum;
“Dünyadaki her insan aslında biraz göçmendir. Hayat yolculuğu, ölümle sonlanacak ve asla doğduğu yerde (soyut anlamda) olamayacağından süreç içerisinde oradan oraya göç edecektir. Ölüm “hedef ülke” yaşam ise “gidilen yoldur”.
Sevgiler.