Ramazan’ın ruhunu tahrif eden avam orucu.. 11 ayın sultanı Ramazan’ın ilk sahurunda kalemimin ucuna döküldüğünce birkaç gözlemimi aktarmak, Türk toplumu olarak düzeltmemiz gereken unsurları şerh eylemek niyetindeyim.
Oruç tutuyor, Allah’ın üzerimize kıldığı farzı ifa ediyoruz. Azımsamayın sakın Ramazan’ı! Koskoca bir aylık tövbe bayramında milyonlarca insanımız, neredeyse birkaç Avrupa ülkesinin nüfusuna tekabül eden insan topluluğu oruç tutuyor, namazlarını ikame ediyor, mağfiret diliyor ve zekatını veriyor. Kısacası milyonlar, Onlar gayba iman ederler, namazı kılarlar, kendilerine verdiklerimizden Allah yolunda harcarlar ayet-i kerimesine mazhar oluyor. Peki o derece fevkalade bir nimet olmasına mukabil neyi yanlış yapıyoruz da Ramazan biter bitmez eski yaşantımıza geri dönüyoruz? Neleri düzeltmemiz gerek?
Çok sebebi var… Evvela, dini Allah’a teslimiyet, yaşam felsefesi ve pratiği olarak görmek yerine geleneğimizin bir parçası ve ruhsal rahatlama aracı olarak görüyoruz, bundan mütevellit birçokları dine inandığını sanıyor aslında taptıkları gelenek ve ruhani zevk hissiyatı… Oysa ki din başlı başına Allah’ın indirdiği ve uymamızı zorunlu kıldığı ilahi kaideler bütünüdür. Beğendiğimi seçeyim beğenmediğimi bırakayım mantığıyla hareket edilirse ahlakı bozuk, dini kendi işine geldiği gibi kullanan bir insan topluluğu ortaya çıkar.
Dini gelenekten öteye geçiremeyenlere bakalım… Rasulullah (SAV) bir gün otururken iki kadın gelir. Oruçtan dolayı çok aç kaldıklarını söyleyerek. Rasulullah tükürmelerini emreder, tükürükleri kanlıdır. Rasulullah izah eder, “Bu kan yediğiniz etin kanıdır, dedikodu gıybet ederek dostlarınızın etini yediniz. Sizi acıktıran susatan oruç değil bu ettir. Orucu dille değil tüm azalarınızla tutun.” Gelenekçilerin durumu da aynen böyledir. Oruçları bedenden öteye geçmez. Adam oruçludur ama kul hakkı yer , Peygamber’in(SAV) işçinin teri soğumadan ücretini verin sözüne rağmen işçinin ücretini vermemekte beis görmez. 11 ay ağzından küfür eksik olmaz, yoldan geçen kadınları bakışlarıyla taciz eder, etmeye devam eder, insan kalbi kırar, gıybet eder, kibirlinden geçilmez.
Bu insanlar için Ramazan ayı sadece sürü psikolojisine uymaktan ibarettir. İslam’ın zahiri ibadetlerini yaparken ahlaki ibadetleri görmezden gelirler zira onlar için Allah buyruğu değil gelenek buyruğudur oruç ve diğer ibadetler. Bundan mütevellit bedenin yanında kalp ve ruhla da orucun tutulması gerektiğini, hatta evvela dinin ilahi kurallar bütünü olduğunu, geleneğe indirgenemeyecek kadar mukaddes olduğunu idrak ettirmemiz gerekir bu arkadaşlara.
Diğer sıkıntılı görüş de dini ruhani rahatlama vasıtası gibi görmektir. Bu profildeki sözde Müslümanlar, kendi vicdanlarını rahatlatmak ve günahlarından temizlenmek için oruç tutar, bayram sonrası aynı alışkanlıklara devam eder. Aklandıklarını varsayarlar. Zaruri 5 vakit farz namazı 11 ay kılmaz fakat sünnet yani ihtiyari olan teravihleri kaçırmaz. İmam Rabbani Hazretleri, farzın yanında sünnetlerin okyanusta sadece damla gibi ufak kaldığını aktarır. Farz borcu olanın sadece 1 ay sünnetleri kılmasının bir manası yok, teşvik edilecek bir şey de değil. Borcun varken sadaka vermeye çalışmak gibidir bu hareket lakin bu güruh bu kadarıyla tatmin olur, cenneti garantilediğini düşünür öyle ki bu tarz eylemler Ramazan sonrasına da sirayet eder.
Sadece Cuma namazlarına gider, temizlendiğini düşünür, keyif alırlar. Sevap veya Allah rızası için değil de rahatlamak için İnşirah suresi okur, dünyevi dilekleri için şu kadar zikir çeker rahatlar. Dinin gayesinin Allah rızası ve duanın da ibadet olduğunu, ecrinin büyük kısmının ahirette verildiğinin farkında değildir. Kimse rahatlamasın, kibirlenmesin. Uhud Muharebesi’nde 21 yara alan, 700 develik kervanını üzerindeki erzaklarla Beytülmale bağışlayan, Fahr-i Kainat efendimiz tarafından CENNETLE MÜJDELENEN Abdurrahman bin Avf (ra) bile “Ashabımdan beni göremeyecek olanlar vardır” hadisini işitince “Acaba cennette Rasulullah’ı göremeyecek olan o sahabe ben miyim?” diye tir tir titremişti.
Neticesinde her iki grup da Ramazan’ı Allah’ın rahmet ve mağfiret ayı, fırsat kapısı olarak değil de bir reklam arası olarak görmekte. Ramazan biter bitmez uhrevi duygular biter eski hal devam eder. Eleştirdikleri Katoliklerden ne fark kaldı o zaman? Onlar haftada bir gün günah çıkartıyor, bu düşüncedeki Müslümanlar ise yılda bir ay günah çıkardığını düşünüyor. Âlâ-yı illiyyîn’de olabilmek varken, kızgın korlardan cennetin serin sularına salih ameller ve güzel ahlakla gidebilmek mümkünken gelenekçi ve hedonist(hazcı) düşüncelerle dinde tahrifata gerek var mı?
Belirttiğim gibi bir ayda birkaç Avrupa ülkesi kadar bir nüfus tam manasıyla Allah’a müteveccih olsa, bunu güzel ahlak ve ibadetle bir ömür sürdürse ülke olarak kanatlanır, sosyal bir değişim geçiririz. Zira bir Allah dostuna başka bir zatın binlerce kerameti olduğunu anlatmışlar. Allah dostu tesire kapılmak bir yana dursun, şöyle demiş: “Bırakın kerameti, mühim olan ona bu kerametleri kazandıran istikameti muhafaza etmesidir.”
Ramazan’da edineceğiniz istikameti muhafaza edebilmeniz dileğiyle…