Düşe kalka, ite kalka, eksile eksile hayatta kalmaya devam ediyorduk. Garipti ama kızsak da, bitsek de tüm bunlar hayat kadar gerçekti.
Hayat tüm şiddetiyle kafamıza, yüreğimize vura vura ne güzel öğretiyordu mücadeleyi. Yere düşüp toz içinde kalıp dizlerimiz, ellerimiz kanasa da yerden kalkıp üstümüzü başımızı temizleyip tekrar yola devam ediyorduk. Tüm yaşananlara rağmen aklımıza mukayyet olabiliyorduk.
Kedi gibi 9 canlı mıydık ki bunca hayat kazasına rağmen sağ kalabiliyorduk? Hala insan olmayı becerip kaybolan ümidimizi yeşertebiliyorduk. Başımıza gelen şeylere artık kötü demiyorduk çünkü daha kötülerini görmüştük ve daha daha kötülerine de hazırdık.
Hiçbir masala inanamaz olmuştuk ve kendi masallarımızla yeni mutlu sonlar yazıyorduk. Çocukken kurduğumuz hayaller tatlıyken, yetişkinken gerçekler acıya dönüşmüştü. Yangınlar yüreğimizi taşa çevirirken biz o taşları öğüterek kuma çevirecek kadar da insandık hala. Kaybettiğimiz çocukluğumuza üzülürken çocuklarımıza da şefkatle sarılacak kadar anaçtık.
Umutsuz, kaygılı yetişkinlerken mutlu çocuklar yetiştirmeye çalışıyorduk. Kim bilir belki de cenazelerde ölenlere değil, yitip giden hayatlarımıza ağlıyorduk. Bunca yaşananlara rağmen gözyaşımız ve kahkahamız her an tetikte bekliyordu. Heveslerimiz hep umutlu, hayallerimiz bitikti. Bunca yaşanan ve yaşanamayana rağmen geldik ve gidiyorduk.
Her yıl doğum günü kutlayıp yaş alıp, yaşlanıyorduk. Elimizde kalanlara şükretmeyi bile unutturmuştu hayat bize. Belki de kalan yoktu her şey bitmeye ve gitmeye mahkumdu. Ne zamanı durdurabiliyorduk ne de zaman bizi. Zaman geçtikçe mi büyüyorduk yoksa acılar mı bizi büyütüyordu?
Hayat sağdan sola savururken kime hesap soracaktık? Kader diye kabul ettiklerimize mi, hayat diye sığındıklarımıza mı? Düşe kalka, ite kalka, eksile eksile hayatta kalmaya devam ediyorduk.
Garipti ama kızsak da hayat, bitsek de hayat, delirsek de HAYAT BUYDU İŞTE!