Yeni gün başlamadan sessiz ve boş sokaklara çıkmadan önce senin şarkınla başlardım güne. Zamanlar test yayını yapan bir kanal klipler yayınlardı, lise yıllarının verdiği heyecanla ömrü birkaç gün süren aşklar yaşarken senin romantik şarkılarını dinlerdim.
Okula varmadan, derslerde, ders arasında, eve dönerken, senin şarkılarınla büyüdük, reddedilmenin acısını yine senin romantik filmine davet ettiğim sınıf arkadaşım sayesinde tattım. Acaba “kırılan kalpler nereye gider” bilemem ama sen de gençliğim gibi sessizce geçip gittin hayatımızdan, toprağın bol olsun. Size tüm samimiyetimle ifade edeceğim, ondan önce benim aklıma geldi, yani “masumuyet müzesinden”…
Tıpkı o müze gibi elli ikinci bloktaki sıvaları dökük binanın çapraz komşuları da ilerde bir müze olacaktır,çünkü yasak aşklar,kavuşamayan çiftler, efsaneler her zaman ilgi çeker, uzun cümlelerin arasına detaylar saklayarak yazılan romanların bir çırpıda okunmadığını anladığım zaman karar verdim bu romanı yazmaya,belki “kara kitap”tan sonra… İlk paragrafımda epigraf kullanmış oldum, ama nasıl olsa okuyucu sayısı dikkate alınamayacak kadar az olunca istediğim kadar kullanabilirim; belki de “tanıdık”olmamanın avantajlarından biridir rahat yazmak…
Ama emin olduğum konu ihanet ve aşk gibi çekici de olsa kalemi tutan parmakları yöneten bir kişinin beyinin bir köşesinde geniş bir kütüphane olmalı, yaz aylarında uzun ve boş koridorları olan, mesainin bitmesini masa başında uyuyarak bekleyen memurları olan; tozlu rafları eski kitap kokusu ve sevişmek için yer arayan çiftlerin olduğu bir kütüphaneninin belki yıllarca okunmayan sararmış yapraklı, köşelerinde okuyanların notları olan, son sayfasında on yıl öncesinden belirli aralıklarla günümüze gelen bir zaman makinesini andıran “ödünç alma fişi” sallanan kitaplardan çoğunun içeriğini biliyorsanız, o zaman farkına bile varamadan betimlemeler dökülmeye başlıyor ,uzun cümlelerle anlatacağınız yasak aşk ve ayrıntalara sakladığınız edebiyat dünyası, gizemli ve bakire bir kumsal gibi sizleri ve aynı zamanda beni bekliyor; bu yolculukta beni yanlız bırakmayacağınız umuduyla…
Hayatın karşımıza neler çıkaracağını bilmiyoruz, mesleğimizi,yaşadığımız şehiri yada doğup büyüdüğümüz memleketimizi terk etmek zorunda kalıyoruz. Sadece çocukluk anılarımızı, sokaklarında koştuğumuz, köşebaşlarında dirseğimizi yaslayıp gözlerimizi kapatarak ona kadar saydığımız duvarlara veda etmiyoruz,ilk aşkımıza da veda ediyoruz, ilgisini çekmek için saçlarını çektiğimiz yolda yürürken düşmesi için çelme taktığımız, onun için öğretmenden azar işittiğimiz ilk aşkımıza da veda etmeyi öğretiyor hayat.
Yıllar sonra acaba nerde ne yapıyor sorusuna yanıt ararken teknoloji giriyor devreye,insanlığın en büyük keşfi internet sayesinde yıllar önceki arkadaşlıklar, eski fotoğraflar yeniden günyüzüne çıkıyor,insanlar artık albüm alıp kenarından kırılmış siyah beyaz resimleri kitapların en altında saklamıyor,kişisel hesabınıza eklediğiniz fotoğraflarınızı herkese gösterme imkanı buluyorsunuz,hatta bu imkanı bazen gezdiğiniz tüm şehirlerde birer anı olarak ölümsüzleştirmek de mümkün,ama benim sizlere anlatacağım öykü internet başında saatler harcayarak aranan bir sergüzeşt değil her iki tarafın ve tarafların birinci dereceden yakınlarının dahi aklına gelmeyeceği bir ilişki. “Yasak olan her zaman caziptir”cümlesi ile özetlesek daha iyi olacak sanırım.
52. blok dördüncü katta güzel bir kız olduğunu biliyordu aslında,taşındığı ilk günün gecesinde tesadüfen balkonda görmüştü. Elbette her evli erkek gibi aklında olan eşini ve çocuklarını memleketten getirmekti,alt çaprazındaki yeni komşusunun kızı ile ilgilenmesi normal olmazdı, en azından iki çocuklu bir baba için düşünceleri bu yönde olmalıydı.
Toplumumuzda komşu kızına bakılmazdı; karşı cinsi tanıma şansı olmayan gençler için en yakın arkadaşlıkların komşu çoçukları arasında olmasına rağmen neden komşu kızına “yan gözle” bakılmadığını anlayamadığını düşündü.Eski kiracıdan kalma dergiler salonunun ortasında bir tepecik oluşturmuştu. Yeni hayatında ilk geceydi bu gece, ağustos sıcağına rağmen gece tatlı bir esinti getirmişti odasına,artık eşine ve çocuklarına dönen bir baba olmanın rahatlığı ile uykuya dalabilirdi.
Bu klasik zengin kız fakir erkek öyküsü olmayacak ama konu çok klasik de olsa anlatım gücünün zenginliğinin sıradanlığı ortadan kaldırmaya yeterli olduğu kitaplar okudum. 7 numarada aşktan başka cinsellik, evlilik, arkadaşlık kavramları da olacak, ancak iddialı olmak için okulunu, mesleğini aileni dahi unutup bir odaya kapanarak sadece araştırma yapıp yazarak geçirilen saatlerin gerekli olduğuna inananlardanım,hiçbir başarı tesadüf değildir. Bunu hepimiz bir nakarat gibi tekrarlasak da yeteri kadar sindiremediğimiz için uygulamada eksiklikler gösteririz.
Çok yazmak için çok okumak gerektiğini kabul etmek istemeyiz, işte bu öykü yada belki ilerde roman derizokumayı seven maddi kaygılardan uzak bir dünya ile maddi kazanımlara kolay ulaşmaya çalışan bir dünyanın çatışması olacak, kolay kazanmayı seven, irdelemeyen bir güzellik ve karşısında yaşlı yorgun ama bir lise öğrencisi kadaröğrenme azmi ile yaşayan hayatındaki en eğlenceli zamanın kitap rafları arasında gezindiği zaman olduğunu iddia edecek kadar “bağımlı” bir adamın öyküsü olacak, umarım uzun cümleler,anlaşılması zor betimlemeler ile sizleri sıkmam ancak yüzeysellikten uzak olmak amacıyla sadeliğin doğru ve yerinde kullanıldığı zaman etkili olduğunu düşünenlerdenim,daha önceki alışkanlıklarımdan kopmadan şimdi yazdıklarımı iki yıl yada iki ay sonra silebilirim,mamafih paylaşılması yasak olan duygular yazıldığı zaman paylaşılır.Edebiyat dünyasının bu denli büyük olmasının sebebi yasaklardır.Tıpkı yaşadığım ve anlattığım yasak aşk gibi…