Kralların kralı Ozymandias. “Her kim benim ne kadar haşmetli olduğumu ve nerede yattığımı bilirse, eserlerimden birini geçmesine izin verin”.
İnsanların ölümsüzlüğe imrendikleri ve sanat yapmamızın asıl sebebinin arkamızda bıraktığımız tek şeyin son nefesimiz olmasını istemememiz, arkamızda bizden kalmış ölümsüz eserler bırakmamızın sebebi de budur aslında. Şuan sizlere bahsetmek istediğim kişi de zamanında bunları düşünmüş olacak ki kendisine ait bir sürü heykel ve aynı zamanda kendisine ait bir piramit bile yaptırmış olacak: II. Ramses.
Kimdir bu II. Ramses ya da Yunanlıların deyimiyle Ozymandias?
Babası I. Seti tarafından 16 yaşındayken veliaht seçildikten sonra 20’li yaşlarının başında firavun olarak tahta geçen Ramses, tam 60 yıl boyunca Mısır’ı yöneten bir Kral. Efsanelere göre ise Kadeş Savaşı esnasında Mısır Mitolojisi’ne göre baş tanrı Amon’un gücü ile birlikte Hititleri alt etmeyi başaran bir Kraldır. Kendine çok fazla bir biçimde güvenen ve kendini çok fazla bir biçimde seven Ramses kendisine bir sürü heykel yaptırdı.
Bugün biz hala Shakespeare’dan, bizim unutulmaz Destanlarımızdan ve daha nice edebi eserlerden bahsedebiliyorsak heykelde o dönemler için öyle bir şeydi. Daha kalıcıydı ve görseldi. Hatta görsel oldukları için verdikleri mesaj daha açıktı. Unutmamalıyız ki bir kişiyi görsel anlamda idealize etme işi kesinlikle heykeldir. İnsan gördüğünden mi korkar yoksa göremediğinden mi? Kralın otoritesine otorite katan şeydir bir nevi. Dini figürlerin de bol bol heykellerinin yapılmasının sebebi de bunun gibi bir şey aslında.
19. Yüzyılda Percy Shelly adındaki adam bu durumu araştırırken bir yazıya denk gelecekti ki şuan bana burada ilham kaynağı olan o şiiri yazacaktı.
Peki bir şiir ne kadar etkili olabilir ki?
Heykel dururken şiir ne kadar etkili olabilir ki. Değil mi? Şiirden devam edersek, Ramses’in yaptırdığı heykellerin birisinde de şu cümleler yazılıydı;
Kralların Kralıyım, Ben Ozymandias. Her kim benim ne kadar haşmetli olduğumu ve nerede yattığımı bilirse, eserlerimden birini geçmesine izin verin.
Şu egoya bakar mısınız?
Şiirin tamamı aslında şu şekilde;
Antik diyarlardan bir gezgine rastladım. “İki büyük ve çıplak taş bacak”, dedi; “Duruyor çölün ortasında dikili.”. Hemen yanında, kumların üzerinde, yarısı yere gömülmüş bir çehre; O çatık kaşları ve soğuk dudakları belli ki, onu çok iyi resmetmiş heykeltıraşı. Öykünen bir el ve besleyen bir yürek ile, öyle ki damgalanmış ki tutkuları o cansız şeylere, dayanabilmeyi başarabilmiş ta bu güne. Kaidesinde ise şu sözler yazılı: “Benim adım Ozymandias. Kralların kralıyım. Eserlerime bak ki bilesin haddini.”. Fakat hiçbir şey kalmamış geriye, ve o geriye yok olmakta olan harabenin dört bir yanında; yalnız ve dümdüz kumlar uzanıyor uzaklara.
Şuan da heykellerini bir çoğu hatta neredeyse tamamı neredeyse yıkılmıştır ve çölün o kızgınlığında kaybolmuştur. Kralların kralının bile çöllerin arasında kalma ironisini anlayabiliyor musunuz? Bu dünya kimsenin değildir. Kişileri ve durumları ölümsüzleştirmek için kullanılan heykel sanatı, bize ölümsüz bir Kralı anlatıyor. Şiir ise Kralın bitmiş bir otoritesini ölümsüz kılıyor.