Son zamanlar kulaklarımızın aşina olduğu bir isim var; “Deniz Salyası” Deniz Salyası’nın bir diğer adı ise “Müsilaj”dır.
Peki nedir bu “Deniz Salyası/Müsilaj?” Malumunuz 1 seneyi aşkın süredir bütün Dünya’yı etkisi altına almış olan “Corona Virüsü/Covid 19” adında bir Pandemi sürecimiz var.
Bu Pandemi süreci bütün insanlığı olumsuz seviyede etkilemiş hatta yüzlerce insanın ölümüne sebep olmuştur. Bu “Deniz Salyası/Müsilaj” adı verilen durumu da pandemi sürecimize benzetmek pek yanlış olmaz herhalde.
Bu Deniz Salyası/Müsilaj; mikroskobik varlıkların salgıladığı bakterisel maddelerin bütün hâlini almış şeklidir. Deniz Salyası/Müsilaj ülkemizde takribi 1700 yıllarından itibaren görünmeye başlamış olan bir durumdur. Fakat son zamanlarda özellikle de Marmara Denizi’nde şuana kadar görülmemiş çokluk ile gözlemlenmektedir. Deniz Salyası/Müsilaj’ın oluşma etkenleri deniz sıcaklığının artması ve azot gibi kimyasal kirleticilerin denize bulaşmasıdır. Deniz sıcaklığının artması küresel nedenlere bağlanabilir belki fakat azot gibi kimyasal kirleticilerin nedenleri evsel, endüstriyel atıkların denize bulaştırılmasıdır. Arıtma sistemlerinin çok tertipli bir şekilde kullanılmaması veyahut hiç yapılmaması denizlerimizdeki azot gibi kimyasal kirleticilerin sayısını arttırmaktadır. Bu gibi kimyasal kirleticilerden dolayı oluşan Deniz Salyası/Müsilaj adı verilen bir nevi bakteriler bütünleri, denizin dibini ve yüzeyini işgal etmektedirler.
Bu işgalleri ekonomik, sosyal, görsel ve en önemlisi sağlık gibi birçok çeşitli olumsuzluklara sebebiyet vermektedir. Deniz Salyası/Müsilaj adı verilen bakteriler bütünlerinin deniz tarafından dışarı atılması yani bir nevi kusulması gerekirken maalesef ki yıllarca ülkemizdeki büyük sorunlardan biri olan betonlaşmanın etkisi ile bu işlem mümkün olamıyor. Çünkü deniz içindeki pislikleri, yükleri kumsal yani doğal alanlara kusmak isterken bizim biraz daha alan kazanalım niyeti ile yaptığımız doldurma vb. işlemlerden dolayı bu işlemi gerçekleştiremiyor.
Deniz Salyası/Müsilaj adı verilen bakteriler bütünleri, denizin kendilerini kusma imkanı bulunmadığından mütevellit denizin dibini ve yüzeyini kaplıyor. Ve o masmavi olarak görerek adeta ruhumuzu dinlendiren deniz, rengini göz zevkimizi bozan tanımlayamadığımız bir hâle bırakıyor. Deniz Salyası/Müsilaj adı verilen bakteriler bütünleri balıkların solungaçlarını tıkayarak oksijen almalarına engel olmakta ve balıkların ölümlerine sebebiyet vermektedir. Bazı midye tarzı türler ise bu bakteriler bütünlerinin olumsuzluklarını içinde barındırabiliyor. Ve bu olumsuzluklar derecesinin yüksekliği fark etmeksizin ne kadar pişirilse bile midyelerden çıkmamaktadır.
Deniz Salyası/Müsilaj adı verilen bir nevi salgılar birikimleri balıkçı ağlarına, teknelerine zarar vermekle de bir başka olumsuzluklara yol açmaktadır. Ülke Sanayimizin tabir-i câiz ise Başkenti diyebileceğimiz Marmara’daki fabrikalar da bu olumsuzluklara sebebiyet veren Deniz Salyası/Müsilaj adı verilen bakteriler bütünlerinin oluşmasında büyük bir rol oynamaktadır. Çünkü fabrikalardaki endüstriyel atıkların denize doğrudan dökülmesi yerine arıtma sistemlerinin çok büyük bir titizlik ve tertip ile yapılmış halde şayet çok fazla gerekli bulunuyor ise deniz ile buluşturulması sağlanmalıdır.
Bu sadece fabrika atıkları için değil, evsel atıklar için de geçerlidir. Arıtma sistemi çok büyük bir titizlik ve tertip ile yapılmadan atıklar deniz ile buluşturulursa tabiki de denizin bakteriler yuvası olması kaçınılmaz olacaktır. Bu sadece denizlerimiz için mevzubahis olan bir durum değildir. Örneğin plastik bir pet şişeyi doğanın herhangi bir yerine attığımız zaman, o pet şişenin yüzlerce yıl kaybolmayacağı bilinmektedir.
Peki bizlere düşen görev nedir?
Hangi türden olursa olsun en ufak bir çöpümüzü dâhi yerlere, denizlere, derelere, göllere kısacası Doğa’ya atmamalıyız. Evlerimizin mutfaklarının lavabolarına yağ gibi atıkları dökmemeliyiz. Arıtma sistemlerini sadece ülkemizin Marmara Bölgesi’nde değil her bir Bölgesi’nde kurup, bu arıtma sistemlerinin çalışmalarını çok büyük bir titizlik ve tertip ile takip etmeliyiz.
Gerekiyor ise halkımızın çok daha fazla bilinçlenmesi adına Çevremizi Koruma bâbında seminerler, konferanslar, fuarlar düzenlemeliyiz. Mesela düzenlediğimiz bu fuarlarda maket, canlandırma, animasyon vb. teknikler ile Çevremizi Koruma bâbında yapabileceğimiz her şeyi insanlarımıza, halkımıza anlatmalıyız, göstermeliyiz.
Bu tarz çalışmalar ile de yetinmeyip televizyon programlarında da Çevremizi Koruma bâbına büyük bir yer vermeliyiz. Mesela belediyelerimizin atık toplama araçlarına bir atık verene Çevreci İnsan rozeti gibi ödüller verilerek, bu tarz çalışmalara karşı insanlarımızı, halkımızı teşvik edebiliriz. Lütfen unutmayalım ki; Doğa biz yokken de vardı. Ama Doğa olmadan biz var olabilir miyiz? Bu soruyu iyice düşünmek, idrâk etmek gerekmektedir. Umarım Sizlerin o güzel gönüllerinize hitap edebilmiş, bu hassas ve acil meseleyi de nacizane dilimin döndüğünce sizlere aktarabilmişimdir.