Toplumsal çürümeye neden olan temel şey, insani değerlerin yavaş yavaş yok olmasıdır. Nedir insani değerler? Mesela: Ahlak, adalet, vicdan, erdem… Gelin biraz üzerine düşünelim.
Son günlerde haber bültenlerine yansıyan ve yoğun olarak birbiri ardına gelen şiddet olayları, toplumu sarıp sarmalamış durumda. Sokaklar, caddeler eskisi kadar güvenli değil. Trafikte kimsenin kimseye tahammülü yok, bakışlar donuk, yüzler asık.
“Farklı” olana karşı saygısızlık tavan yapmış durumda. Siyasetin ayrıştırıcı, zehirli dili sokağa hükmediyor. Gençler geleceklerinden umutsuz. Ne kadar çalışırlarsa çalışsınlar Avrupa’daki gençlerin elde ettikleri imkanlara ulaşamayacakları düşüncesindeler. Mutsuzluk yaygın bir gençlik hastalığı olmak üzere. Eğitimdeki kalitesizlik ve öğrencilerin okumuş cahiller olarak hayata atılması bozulmaya çanak tutuyor pek tabii.
Çürüme her yerde!
Meclis’ten, adliyelere, hastanelerden, sokaklara, okullardan evlere kadar uzanan bir bozulma bu. Herkes birbirine saldırıyor, bıçakla, satırla, silahla… İletişim sıfır, kimse kimseyi dinlemiyor. Tekmeler, yumruklar havada uçuşuyor. Cinayetlerin, tecavüzlerin, dolandırıcılığın ardı arkası kesilmiyor. Herkes kendi adaletini kendi sağlıyor. Değerlerimizin yok olduğu bir yere doğru savruluyoruz.
Bozulma; siyasetten ekonomiye, sinemadan haberlere kadar her yere nüfuz etti. Dizi senaryolarında yaratılan karakterlerin reyting uğruna sürekli bir entrika içinde debelendiği, her türlü aldatmanın norm haline geldiği, herkesin bir yalanı sakladığı, polisin ve yargının işlemediği bir ülkede silahların alabildiğine görünür ve öldürücü olduğu diziler bu bozulmaya belki de ilham veriyor.
Akşam izlenen bu diziler, sabah haber manşetlerinde toplumsal bir gerçeğe dönüşüyor; “Boşanmak isteyen 20 yıllık eşini öldürdü. 3 gündür haber alınamayan genç kızın cesedine ulaşıldı. Cinayet aleti silahla sosyal medyada poz verdi. Karısını ve çocuklarını öldürüp sonra intihar etti. Onlarca kişiyi dolandıran şahıs kayıplara karıştı…”
Toplumsal çürüme bir ‘kader’ değil
Maaşı açlık sınırının altında kalmış emekliler, geleceği çalınmış olan gençlik, her gün bindirilen zamlarla açlığın pençesine itilen halk yığınları… Gerçek bu iken ülke yöneticilerinin hemen her gün yaptığı açıklamalarda çizilen tablo bütünüyle farklıdır. Onlara göre “Ufak tefek sıkıntılar olsa da, ülkemizin kanatlanıp uçması an meselesi, ihracatımız rekorlar kırmakta, işsizlik tüm zamanların en düşük seviyesinde” Açlığa ve yoksulluğa çareleri olmasa da, İHA’larımız, SİHA’larımız, uçaklarımız gibi milli ve yerli silahlar “düşmanlara korku saçmaktadır.”
Ve en kötüsü de, işgal edilmiş benliğimiz, çürümüşlüğümüzün farkında değil. Çamur ortamında steril yaşadığını sanan duyarsız robotlara dönüşmüş vaziyetteyiz.
Bir dönem sosyal medyada çok paylaşılan bir söz vardı; “Cahilsin, okur öğrenirsin. Gerisin, ilerlersin. Adam yok, yetiştirirsin. Paran yok, kazanırsın. Her şeyin bir çaresi vardır. Fakat insan bozuldu mu bunun çaresi yoktur.”