Zaman geçti, ama izler hâlâ aynı yerde. Ben hâlâ senin gölgene takılı kaldım, sen ise kendi hikayenin başkahramanı olmaktan asla vazgeçmedin.
Sanırım bu yüzden, ayrılığımızın üzerinden geçen her gün daha da net görüyorum; sanki o kırık aynanın parçaları her seferinde yeniden birleşip gözümün önünde aynı resmi gösteriyor. Ama bu kez o resme farklı bir açıdan bakıyorum.
Bir gün, sana bir şans daha vermeyi düşünmüştüm. Belki değişmiştir, belki aramıza koyduğu o mesafede kendini bulmuştur diye hayal ettim. Ne de olsa bu kadar sevgi, emek ve hayal bir günde kaybolup gitmez, değil mi? Ama sonra o anı hatırladım; bana döndüğünde, o bakışındaki karanlık, kelimelerindeki keskinlik ve dudaklarından dökülen tek bir cümle: “Seni neden affedeyim ki?”
Evet, bunca zaman her şeyi benim üzerime yıkmıştın. Her tartışmada, her susuşta, hatta ayrıldığımız gün bile aynı oyun… Sosyal medyada bir sürü engel koyman, ortak tanıdıklarımıza, hatta bazen hiç tanımadığımız insanlara bile hakkımda söylediklerin, senin o haklı görünme arayışının sadece birer devamıydı. Ben seni suçlamaktan kaçındıkça, sen benden uzaklaştın. Ben “belki kendini bulur” dedikçe, sen kendini daha çok kaybettin.
O gün, bana dönüp de “Seni neden affedeyim ki?” derken aslında bana değil, kendi içindeki yaralara, kendi gölgene sesleniyordun. Her cümlede, beni suçlayan, beni o suçlu koltuğuna oturtan yalnızca sendin. Ne ben seni anlayabilirdim, ne de sen o duvarların ardındaki dünyayı görebilirdin.
Ailen de bunun farkında değildi, belki asla fark etmeyecekler. Çünkü senin söylediklerine inanmışlardı. Senin hiç hata yapmayacağına, her zaman doğruyu bildiğine dair körü körüne bir inanç beslemişlerdi. Her yanlarına gidişimde, bana olan bakışlarındaki mesafeyi hissederdim. Oysa ben seni sadece sevmiştim, hepsi bu. Bütün o yalanların, sahte rollerin ardında seni görmeyi beklemiştim. Bir gün bir kırılma noktası olur, maskeni çıkarırsın, kendi gerçekliğini kabul edersin diye ümit etmiştim.
Ve iş hayatın… Aynı manipülasyonlar, aynı haklı gösterme çabaları. Herkes seni “düzgün” ve “adil” biri olarak tanımlıyordu ama ben biliyordum; içeride bir yerde, aynı oyunları oynuyordun. Arkadaşlarının gözü önünde haklı görünmek için yaptıklarını görmek, aslında kim olduğunu anlamamı daha da kolaylaştırıyordu. Ama belki de en acısı, tüm bunlara rağmen, hâlâ senin bir gün değişebileceğine dair içimde bir umut kırıntısı taşımamdı.
Son perdeden geriye sadece acı bir tebessüm kaldı. Çünkü fark ettim ki, sen benim içimdeki en kırılgan yanları bile kullanmaktan çekinmedin. Yine de bir hayal, bir inanç beni bu kadar kör etti; çünkü ben senin yaralarını sarmak istedim. Ama sen o yaraları kalkan yapıp başkalarını da yaraladın. Ben buna göz yumarken bile kendimi suçlamayı seçmiştim. Şimdi anlıyorum ki bu hikayede, belki de en büyük suçu ben işledim: Seni görmek istediklerime inanarak, sana asla hak etmediğin bir anlam yüklemek.
Artık son perde kapandı. Ve anladım ki, bu hikayede her şeyi sonuna kadar gören, her şeyi yaşayan yalnızca bendim.