Sevgili Cahit Sıtkı, bu zamanları biliyormuşçasına art arda sıraladığın bu dizeleri büyük bir hüzünle yeniden hatırlıyoruz.
Memleket isterim,
Gök mavi, dal yeşil, tarla sarı olsun;
Kuşların, çiçeklerin diyarı olsun.
Memleket isterim,
Ne başta dert ne gönülde hasret olsun,
Kardeş kavgasına nihayet olsun.
Memleket isterim
Ne zengin fakir, ne sen ben farkı olsun,
Kış günü herkesin evi barkı olsun.
Maalesef kızıla kesildi gök; kuşlar, çiçekler göçtü bu diyardan. Ne başta dert ne gönülde hasret eksik oldu ne de kardeş kavgası nihayet buldu. Zengin fakir, sen benin hep mi hep farkı oldu. Kış günü nicesi EVSİZ BARKSIZ kaldı.
Neresinden tutsak elimize, yüzümüze bulaşan, iler tutar bir tarafı olmayan bir sürecin tam da orta yerinde, ellerimiz kollarımız bağlı izlemekle yetinir olduk yıkımları, ölümleri. Daha bir öncekini sindirememişken, yüreğimize bir yenisini ekmek düşütü payımıza. Kim bilir kaç kez daha paramparça edecek o enkazlar ruhumuzu.
Salt biz izliyor olsak amenna! Diyecek sözümüz de kabaran öfkemiz de kendimize olacak. Ancak bizimle birlikte sorumluların, sorumluluk alması gerekenlerin de tüm bu yıkımı seyre dalmış olmaları, kanayan yaramıza tuz basılmış olmasıyla eş değer.
Ah! Keşke sadece seyretmekle kalmış olsalardı da “organizasyon, kriz yönetimi, tek elden yardım…” gibi deli saçması, içi boş kavramlar üzerinden köstek olmasalardı.
Keşke sadece seyredip nerdeyse tüm dünyayı yasa boğan bir yok olmuşluk üzerinden kendi aç ruhlarını doyurmaya çalışmayarak bu acıyı da ranta çevirmeselerdi.
Keşke tek izleselerdi de yalın ayak bir çocuğa bisküvi uzatıp bunu da meharetmiş gibi gözümüze gözümüze sokmasalardı.
Keşke yalnızca seyretselerdi de kayıplarıyla kendi içlerinde kaybolan insanlara bağırıp çağırmasalardı.
Keşke… diye başlayıp beynimden kaynar sular boşalırcasına yazabileceğim o kadar çok, o kadar çok şey var ki yazarsam sonu gelmeyecek bir girdabın içersinde boğulmaktan korkuyorum.
Tüm bu aymazlıkların kıyısında herhangi bir çıkar gözetmeden, güzel yürekleriyle siyasi kimliklerini bir tarafa bırakıp geleceğimize dair umutlanmamızı sağlayanlar da olmadı değil. Yakinen takip ettiğim ve her adımını insanca, insana dair atan sevgili Melek Mızrak Subaşı…Bilecik Belediye Başkan Vekilliği görevini yürüten Melek başkanı bu süreçte de büyük bir takdirle izledim.
Gerek Bilecik’te yaptığı yardım kampanyası çalışmaları, gerek deprem bölgesindeki hassas tutumuyla gönüllerde yine taht kurdu Melek başkan. Ne düşündüğünün, neye inandığının, hangi siyasal çizgide bulunduğunun hiç ama hiçbir önemi yok ve asıl değerli olan bu süreçte kendisi için de tüm bunların bir ehemmiyetinin olmaması. Elbette ki kendisi bir siyasi partinin mensubu, bir politik düşüncenin savunucudur. Ancak insani düşüncenin siyasal yaklaşımı örseleyeceği, baskılayacağı zamanları bilecek kadar da yüce yürekli olduğunu bir kez daha kanıtladı.
İsminin cismi ile ne kadar uyumlu olduğunu fark ettiniz mi?
Hassasiyetiniz, iradeniz, içten yaklaşımınız ve en çok da kattığınız umut için teşekkürler Melek başakan!