Saygınlık ve farklılık; Amerika’da Command Performance programının yayınlandığı zamanlarda, en önemli insan hakları lideri A. Philip Randolph’tu.
Yürüyüşler düzenleyip çağrılarda bulunanki otoritesi hareketin şekillenmesine yardım edecekti. Afrika kökenli bir Amerikalıydı, başkanla buluşurdu, ünü ve ahlaki otoritesi hareketin şekillenmesine yardım edecekti. Randolph 1899’da Florida Jacksonville’in yakınında doğmuştu. Babası AME [African Methodist Episcopal] kilisesinde vaizdi; fakat kilise o kadar az ödemekteydi ki, gelirinin büyük bölümünü terzilik ve kasaplık yaparak sağlarken, eşiyse kadın terzisi olarak çalışıyordu.
Dindar bir insan olmayan Randolph, geçmişi şöyle hatırlayacaktı: “Babam, irksal bir dinle ilgili vaazlar verirdi. Dinleyicilerinin toplumsal şartları hakkında konuşur ve onlara her zaman AME kilisesinin, Amerika’daki ilk siyah militan kurum olduğunu hatırlatırdı.” Yaşlı Randolph ayrıca iki oğlunu da siyahiler tarafından yönetilen politik toplantılara götürürdü. Onları başarılı siyahi adamlarla tanıştırır; onlara tarih boyunca örnek oluşturmuş siyahilerin hikâyelerini anlatır, tekrar tekrar anlatırdı: Crispus Attucks, Nat Turner, Frederick Douglass gibi.
Aile, oldukça saygın yoksulların hayatını yaşıyordu. Ev kusursuz biçimde düzenli tutulurken; bir yandan da eski moda edep,disiplin ve görgü kurallarını izlediler. Randolph’un ebeveynleri etkili ve güzel konuşma sanatını kusursuz biçimde uyguluyorlardı ve oğullarına her sözcüğün her hecesini telaffuz etmeyi öğrettiler, böylece hayatı boyunca “sorumluluk” gibi sözcükler, uzun ve gösterişli bir söyleyişle dillendiriliyordu.
Aşağılayıcı ırkçılık tarafından yüzleştirilmiş olarak, bir etik geliştirme kuralına sıkı sıkıya bağlı kaldılar ve o çatışmayı kendi maddi şartlarıyla efendice yönettiler. Biyografi yazarı Jervis Anderson şöyle yazdı: “Baba Randolph çok sade, kendi kendini yetiştirmiş, terbiye, mütevazılık ve ahlak değerleri tarafından yönlendirilmiş, din ve sosyal hizmetten esinlenip tamamen saygınlık düşüncesine bağlanmış bir beyefendiydi.”
Randolph’un okulda, güneye, temel sosyal haklardan yoksun siyahi çocukları eğitmeye gelen iki New Englandlı beyaz kadın öğretmeni oldu. Randolph onlar için daha sonra “Bu zamana kadar yaşamış en iyi iki öğretmen” diyecekti. Bayan Lillie Whitney Randolph’a Latince ve matematik öğretirken, Bayan Mary Neff de edebiyat ve drama öğretti. Uzun boylu ve atletik olan Randolph, basketbolda başarılıydı, ama bir yandan da hayatı boyunca devam edecek olan bir Shakespeare ve drama aşkı geliştirdi.Karısının hayatı son yıllarında tekerlekli sandalyeyle sınırlanmış haldeyken, Randolph ona her gün Shakespeare okuyacaktı.
İnsanların büyük bölümü içinde yetiştikleri şartların ürünüdür; oysa Randolph’un ebeveynleri, öğretmenleri ve kendisi, şartları aşan bir etik çevre yarattılar. O, çevresindeki dünyadan çok daha saygın, nispeten daha resmi ve yüksek bir davranış tarzına sahip oldu. Randolph’un duruşu hayatı boyunca daima düzgün ve dimdikti.
Çalışma arkadaşlarından biri ve bir işçi lideri olan C.L. Dellums şöyle hatırlıyor: “Randolph dik oturmayı ve dik yürümeyi öğrenmişti. Neredeyse hiçbir zaman onun arkaya doğru eğildiğini, yaslandığını görmezdiniz. Ortam ne kadar eğlenceli olursa olsun, etrafa bakarsınız ve Randolph oradadır, sanki sırtında bir tahta varmış gibi dümdüz.”Sesi yumuşak, derin ve dingindi. İnsanların Boston üst sınıf ile Bati Hint Adalı melezi olarak tanımladıkları bir aksanı vardı.İncil’e ait ses uyumuyla konuşur, “hakikaten” ve “tenezzül etmek”gibi eski sözcükler kullanırdı.
Gevşeklik ve etik tembellik yönündeki eğilimlerle, sürekli kendine hâkim olma davranışlarıyla, küçük kişisel yönetim eylemleri ya da büyük kendinden vazgeçme yasalarıyla mücadele etti. Seyahatleri sırasında, kendini ona atan kadınları ve onun bu kadınları nezaketle kenara itme hareketlerine personeli daima hayret edecekti.
“Kadınların yalvarıp yakararak peşinden koştuğu ondan başka bir adamın bugüne dek yaşamış olduğunu düşünmüyorum,” diye belirtmişti Dellums, bir biyografi yazarına: “Tecavüz dışında her şeyi denediler. Webster ile ben aramızda, şefi izleyip artanları toplayalım diye şakalaşıyorduk. Üstelik hepsi de çok güzel kadınlardı. … Onların yanından ayrılmak zorunda olmak her zaman sıkıcıydı. Her şeyi deneyen, yatmadan önce bir içki ya da herhangi bir şey için onu yukarıya, otel odasına gelmesi için sıkboğaz eden bir sürü kadın gördüm. Sadece şöyle söyleyecekti: ‘Üzgünüm, çok yorgunum. Zor bir gün geçirdim. Burada bırakalım, akşam oldu.’ Bazen de ona “Şef? Benimle dalga mı geçiyorsun?’ derdim.”