Böyle ölecekse, öldür o zaman sen de esrarı, esrar satan yalancı peygamberi öldür!
Bahti Yatağın başından ucuna kadar uzanan mavi damalı yorganın engebeleri, gölgeli vadileri ve mavi yumuşak tepeleriyle örtülü tatlı ve ılık karanlıkta Rüya yüzükoyun uzanmış uyuyordu. Dışarıdan kış sabahının ilk sesleri geliyordu: Tek tük geçen arabalar ve eski otobüsler, poğaçacıyla işbirliği eden salepçinin kaldırıma konup kalkan güğümleri ve dolmuş durağının değnekçisinin düdüğü. Odada, lacivert perdelerin soldurduğu kurşuni bir kış ışığı vardı.
Uyku mahmurluğuyla Galip, karısının mavi yorgandan dışarı uzanan başına baktı: Rüya’nın çenesi yastığın kuştüyüne gömülmüştü. Alnının eğiminde, o sırada aklının içinde olup biten harika şeyleri insana korkuyla merak ettiren gerçek dışı bir yan vardı. “Hafıza,” diye yazmıştı bir köşe yazısında Celâl, “bir bahçedir.” “Rüya’nın bahçeleri, Rüya’nın bahçeleri…” diye düşünmüştü o zamanlar Galip, “düşünme, düşünme, kıskanırsın!” Ama Galip karısının alnına bakarak düşündü. Uykunun huzuruna gömülmüş Rüya’nın kapıları kapalı bahçesinin söğütleri, akasyaları, aşmalı gülleri ve güneşi altında gezinmek isterdi şimdi.
Orada karşılaşacağı suratlardan utançla korkarak: Sen de mi buradaydın, merhaba! Bilip beklediği tatsız anılar kadar, beklemediği erkek gölgelerini de merak ve acıyla görerek: Affedersiniz kardeşim, siz karımla nerede rastlaşmış ya da tanışmıştınız? Üç yıl önce sizin evinizde, Alâaddhrin dükkânından aldığı yabancı bir moda dergisinin içinde, birlikte gittiğiniz ortaokul binasında, el ele tutuştuğunuz sinema girişinde… Defalarca okuduğum kitapları yazarken bu şekilde bir giriş yapmak istedim, nostalji yaparak, anlamak için büyük çabalar harcadım sessiz ortamda, sesli ortamda, çocukları ders çalıştırırken yada okulda boş derslerimde dahi sık sık okuduğum kara kitap ile biraz nostalji yaşamak istedim bu akşam , ama asıl konum Sait Faik…
Onu ilk kez sekizinci sınıfta tanıdım, parçayı okuyup metin ile ilgili soruları yanıtlar bazı kelimelerin anlamlarını bulurduk, elbette dersten geçmek amacı ile yapılan bu okuma çok da kalıcı olmadı bende, yıllar sonra aynı satırları okuduğumda nostalji yaşamama sebep oldu diyelim, kısa boylu Türkçe öğretmenimi ve her ders tekrarladığı sözü anımsadım: “Güzel ne güzel olmuşsun görülmeyeli” Hocamız her ders tahtaya mavi gözlü güzel bir kızı çıkarır ve kitap okuturdu o yıllarda dayak sıradan bir olay olduğundan uzun boylu bir öğrenciyi dövmek için sıçrayıp tokat atması hafızama kazınmış.
Sait Faik denince aklıma “Aslan Mustafa”nın diğerine göre daha kızıl olan gözü geliyor azimle çalışan Mustafa taşları temizleyip kendine bir tarım arazisi elde eder ve etkileyici bir hikayedir. Hedefe ulaşmak için azimle çalışmayı öğretir. Sait Faik hikayeleri sizinle birlikte olgunlaşıyor ben buna inanıyorum, aynı hikayeyi yedinci sınıfta okuduğumda pek anlam veremediğim satırlar kırk yaşında okununca pek anlamlı oluyor. Bu öykülerden biri de SEMAVER.
Öykümüzde bu anlam farklılığını hissetmem yıllar sürmedi belki bir sene belki iki sene… İlk okuduğumda klasik bir ana oğul ilişkisi oluştu kafamda, öykünün ilk satırları bana huzur verdi. Bir annenin yetişkin oğlunun ayaklarını gıdıklaması çok tuhaf !Bu satırı okuyunca annemle olan ilişkimi analiz ettim buna benzer bir paylaşımımızın olmadığı sonucuna vardım. “Odanın içi kızarmış ekmek kokardı “cümlesi öğrencilik yıllarımda erken kalktığım sabahları anımsattı hikayede olduğu gibi sobalı evimizde dünden kalan ekmekler yeni alev almış sobanın üzerine konur gevrekleşirdi sıcak çay eşliğinde mükemmel bir ikili oluşurdu.
O yıllardan aklımda kalan tek resim annemin toz duman içinde geceden kalan külü tenekeye doldurduğu sabahlar. Büyük öykücümüzü bu yüzden seviyorum okuduğum satırlarda kendi hayatımdan anılar yaşıyorum elbette bu durum her satırda gerçekleşmiyor kimi zaman bin dokuz yüz elli yıllarındaki İstanbul’u yaşıyorum. Okul dönüşü odaklanma sorunu yaşayarak okuduğum bu öyküde tek bir satırı atlamış olmam yada dikkatsiz okumam nedeni ile öykü çok sıradan geldi.
“Ali’nin annesine ölüm bir misafir gibi geldi” Öykünün en kilit cümlesini kaçırınca sıradan ana-oğul ilişkisini anlatan bir anı yazısı kalıyor geriye, aslında her birimizin hayatı da kilit anılardan oluşmuyor mu? Üniversite sınavına girdiğimiz an hayatımızın kilit anı mesela tıpkı öyküdeki kilit cümlenin olması gibi, elbette evlendiğimiz gün de hayatımızın belirleyici anından biridir. Acaba usta yazar annesini kaybederse nasıl bir ruh haline girecekti? bu soruyu yanıtlamak amacı ile mi yazdı kim bilir! ama bilinen o ki yazarın ölümünden on yıl sonra annesi hayatını kaybediyor öyküde evlilik çağına gelmiş olmasına rağmen annesi ile yaşayan bir yetişkini okuyoruz tıpkı yazarın kendisi gibi. Yazar evlenmediğimiz sürece yaşımızın ileri olmasının bir önemi olmadığını baba evinde olduğumuz sürece çocuk olmaya devam edeceğimizi hissettiriyor.
Üç çocuk babası bir yetişkin olmama rağmen halen baba evine gittiğimde ben de çocukluğumu yaşamaya devam ediyorum, hikaye: Ali’nin hayatında artık semaverin yerine Salep’in geçmesi ile son buluyor, semaver ailedeki huzuru annenin varlığının verdiği tarifsiz huzuru ifade ederken salep yalnızlık ,düzensizlik ve huzursuzluğu temsil ediyor.
Not: Şehitlerimizi rahmetle anıyorum.