Özgürce yaşamak hakkımız! Bugün 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele günü.
Bugün kadınlara yıllardır uygulanan şiddete, baskıya, yok saymaya, taciz, tecavüz vb. çirkinliklere ve onları bastırıp sonsuz suskunluğa mahkum etmeyi amaçlayan erkek egemen politikalara yönelik tepki ve mücadeleyi bir kez daha hatırlatan ‘’KADINA YÖNELİK ŞİDDETLE MÜCADELE GÜNÜ’’
Bugün ülkenin birçok yerinde kadınlar ve kızlar hakları için sokaklarda, televizyonlarda, sosyal medyada her yerde seslerini yükseltiyorlar tıpkı hep yaptıkları gibi. Yürüyüşlerle, destek mesajlarıyla, eylemlerle onlara yapılan tüm bu haksızlığa, saygısızlığa, ötekileştirmeye tepkilerini bir kez daha haykırıyorlar. Peki bütün bu haykırışlar ve çaba yerine ulaşabiliyor mu? Elbette ve ne yazık ki HAYIR. Çünkü ‘’birileri’’ kadınları dinlemiyor, anlamak istemiyor, yaşam haklarını acımasızca ezip geçmekten onları baskı altına almaya uğraşmaktan çekinmiyor, onlara ve yaşam haklarına saygı duymuyor sahip çıkmıyor, ısrarla susturmak istiyor, sömürüyor, aşağılıyor, şiddete tecavüze tacize psikolojik baskıya ve daha bir dolu çirkinliğe maruz bırakıyor, onları güvensiz ve değersiz hissettiriyor.
Bunun nedeni de yıllardır açıkça ortada duruyor; Bu ülke kadınlarını ve kızlarını seven, önemseyen ya da en azından saygı gösteren bir ülke değil. Geçmişten bugüne süregelen ‘’ataerkil’’ ruh çoğu vatandaşın zihnini ele geçirdi ve sözde erkeğin kadından her zaman, her yerde ve her koşulda daha ‘’üstün’’ olduğu algısı oluştu halbuki gerçek asla böyle değil vicdan sahibi, laik, çağdaş ve duyarlı insanlar da bunun fazlasıyla bilincinde bu yüzden bu haklı hak mücadelesinde kadınlar ve kızlarla el ele yürüyorlar, onlara destek veriyorlar aslında ‘’birileri’’nin yapamadığını yapıp onlara, yaşamlarına ve haklarına sahip çıkıyorlar çünkü medeni bir ülkede her insanın her zaman eşit haklara sahip olması gerektiğini çok iyi biliyorlar. Ve kadınlar ve kızlar gibi onlar da türlü baskıya maruz kalıyor ama buna boyun eğmiyor, korkmadan seslerini GÜRCE ve ÖZGÜRCE yükseltiyorlar.
Ama bütün bunlara rağmen bu ‘’erkek kadından üstündür’’ algısı bir türlü yıkılamıyor çünkü bazı “geri fikirliler” bu inanca körü körüne bağlanmış durumda. Eski çağlarda da bu durum maalesef çoğunlukla böyleydi, o kadar ki kız çocuğu babası olmaktan utanan bu yüzden onları diri diri toprağın altına gömenler vardı. Yine o dönemde eğer ki tecavüze uğrayan bir kadın varsa yanında kız çocuğuyla beraber Fırat Nehri’ne atılıp boğularak ölmeye terk ediliyor, tecavüzcü ise başka bir yere gönderilerek temize çıkarılıyordu. Aslında bütün bunlar bile şimdilerde kadınlar ve erkeklerin bu ülkemizde “çifte standart” yaşantısı ta o dönemden bu döneme sirayet ettiğini bariz bir şekilde açıklıyor.
“Gerici Zihniyet’in en büyük hatalarından biri de “Benim oğlum ne canlar yakacak”, “Paşa oğlum benim”, “erkekler ağlamaz” vs. saygısız, çirkin ve de geri fikir ürünü kelâmlarla erkek çocuklarını büyütmek oldu bu şekilde yetişen erkekler de kendinde istediği her şeyi yapabilme , özellikle de kadına “sahip olma”, ona zulmetme, el kaldırma hakkını gördü ve kuşaklarca da bu böyle sürüp gitti. Bir neslin şiddeti, dayak atmayı, çocuğuna höt zöt edip onu “pısırık” hâle getirmeyi çocuk yetiştirme biçimi sayması da bunu tetikledi.
İşte bu koşullarda yetişen insanların- erkeklerin- günümüzde kadınları ve kızları düşürdüğü durum ortada, aslında bunları yapmalarının amacı geçmişte büyüklerinden gördükleri bu muamelenin acısını onlardan çıkarmak.
Kız çocuklarına yapılanlara ise değinmeye dahi gerek yok. Senelerce eğitim hakkından nasıl mahrum bırakılmaya çalışıldıklarından, hâlâ önlerini kesmeye yönelik saldırılar ve politikalardan, geri kalmış ülkelerin onları çocuk yaşta evlendirmeyi yasallaştırmasından bahsetmeye gerek dahi yok sanırım hepsi ortada.
“ÂHLAK”, “NAMUS” kavramları üzerinden kadınların kıyafetleriyle, cinsel yönelimleriyle sürekli saçma eleştirilere hatta linç kampanyalarına maruz bırakılmasına ne demeli peki? Hatta farklı cinsel yönelimlere sahip bireylerin sürekli saldırılara uğramasına ne demeli?
İşin asıl acı yanı ise, bunu durduracak somut bir adımın bir türlü atılamaması daha doğrusu kadınların bir türlü “korunamaması”. Yasalar kadınlardan değil onlara bütün bu çirkinlikleri yaşatanlardan yana oluyor; “sinir anında oldu”, “pişmanım” tarzı söylemleri ciddiye alıp suçluyu serbest bırakmak, mahkemelerde sırf sanık kravat taktı diye uygulanan ağır tahrik indirimleri vs. yaptırımlar ve en önemlisi bir gece yarısı kararıyla kadınların hatta sadece onların değil çocukların,
LGBTİ bireylerin en önemli yaşam hakkı güvencesi olan İSTANBUL SÖZLEŞMESİ’nden çıkılması. Sözleşme zaten bir türlü “toplum aile yapısına ters düştüğü” gerekçe gösterilerek bir türlü uygulanamıyordu, çıkılma kararı bu “kadın karşıtı” düzeni daha da güçlü kıldı. Üstelik bu ‘’biz bir sözleşmeye istersek girer istersek de çıkarız’’ şeklinde söylemler bu durumun üzerine tüy dikti bu nasıl olur gerçekten anlamaya imkan yok. Bu günümüzde hukuk ve adaletin durduğu yeri de açıkça bize gösteriyor.
Hem “sevgili, karımı seviyorum” diye haykırıp hem de ona şiddet uygulamak. Hem kadınların “değerli” olduğunu söyleyip hem de onlara yaşamı dar etmeye çalışanları korumak. Hem “kız çocukları kıymetlidir” deyip hem de onları baskılayıp eğitim, sağlık gibi temek haklarından mahrum etmeye çalışmak hem haksızca hayattan koparılan bir kadının ardından “adaletini sağlayacağız” sözleri verip hem de faillere ödül gibi cezalar vermek…
Hakikaten anlaşılır, inanılır gibi değil?
Ne yapılmak isteniyor biz kadınlara böyle?
Ne mi? Elbette BİZİ BASKI ALTINA ALIP ERKEK EGEMEN ZİHNİYETE KÖLE OLMAMIZI SAĞLAMAK elbette. Ama öyle bir dünya yok eninde sonunda bunu kabullenecekler.
Teslim olmayacağız, susmayacağız, yılmayacağız, vazgeçmeyeceğiz haklı davamızdan. İstanbul Sözleşmesi yaşayacak ve yaşatacak, her birimiz gerçekten her anlamda EŞİT, ÖZGÜR VE GÜVENDE olana kadar hiçbir yere gitmeyeceğizve savaşacağız. Sonunda da özgürce yaşayacağımız bir düzeni elbet bir gün kuracağız çünkü biz bunu hakkediyoruz. Biz buna değeriz bu bizim en doğal hakkımız.
ÖZGÜRCE YAŞAMAK HAKKIMIZ
SÖKE SÖKE ALACAĞIZ.