Ölmeden önce 10 dakika… Hayat çarkımızın duracağı âna gidip son 10 dakikasını yakalamayı düşündünüz mü hiç?
Acaba farkına varacak mıyız? Farkına varacağız da basiretimiz mi bağlanacak? Her şeyden önce eğer o son 10 dakikamızı yönetme şansımız olsa, bilsek ki son 10 dakikamız; acaba ne yapardık?
2011 Van depremini hatırlarsınız. Bu depremden 10 gün önce Van’da Milli Eğitim Müdürlüğü öğretmenlere yönelik bir seminer yapmış. Bu seminerde bir hoca şöyle bir kurgu ile salonda bulunan öğretmenlere bir mektup yazdırmış; “Bir uçakta olduğunuzu düşünün. Büyük bir sarsıntı oldu. Uçak boşlukta düşmeye başladı. Pilot anons yaptı. 15 dakika içinde düşmüş olacağız. Belki ellerine geçer diye istediğiniz birine bir mektup yazın.” Bu kurgudan sonra herkese bir mektup yazdırmış.
Bu mektupları yazanlardan 10’un üzerinde öğretmen depremde hayatını kaybetti. Onların mektubatı bir gazetede yayınlandı. Düşünün, son anlarınızda bir mektup yazıyorsunuz. Kime, kimlere neleri söylemek isterdiniz? İçinizde kalan neleri itiraf ederdiniz ya da kimlerden helallik almak isterdiniz? Belki kendinize bir mektup yazardınız; bir daha dünyaya gelebilseydim kesinlikle hata yapmaktan çekinmezdim, her şeyi hakkıyla yaşar sonuna kadar mücadele ederdim, yılmadan.
Belki sevdiğiniz ama sevginizi dile getiremediğiniz herkese aslında ölmeden önce bile aklınıza gelebilecek kadar sevdiğinizi yazardınız satırlarınıza. Son birkaç günüm daha olsaydı da döküverseydim içimdekileri derdiniz belki. Yaşamayan bilmez ama beklemenin ne lüzumu var?
Son zamanlarda sıkça genç ölümlerine dair haberler alıyorum. Derin bir hüzün ve içinden çıkamadığım bir boşluk kaplıyor içimi. Alkışları sarıyor etrafı hüzün yapraklarının. Kendimden önce değer verdiklerim geliyor gözlerimin önüne. Ben onları kaybettiğimde ne kadar acı çekeceksem onlar da sanki beni kaybettiklerinde o acıyı çekecekmiş gibi düşünüp onların bu vaziyetine müsebbip oluşumun sancıları doluyor bu sefer de. Yaşamak çok zor; en çok da sonu ölüm olduğu için. Sevmek, sevilmek çok acı aslında ölümle kucaklaştığı için.
Ölümün ardındaki kapılarda günahların ve sevapların hesaplaştığı yerde kimi ne beklediğini düşündükçe hüznüm artıyor. Hayatına dokunamadığım, dokunmayı beceremediğim herkesin sorumlusu benmişim gibi simsiyah bir sayfa var zihnimin derinlerinde. Beynimi kemiren bu suçluluk duygusunun üstesinden gelebilecek son 10 dakikam var. O halde hepsiyle tek tek yüzleşemeyeceğime göre hepsine hitap edebileceğim tek bir cümle bulabilirim:
“Kirlenmiş şu dünyada çıkarsız sevenlerimiz; ellerimin uzanamadığı tüm kuşlara selam olsun.”