Türk Edebiyatında postmodernizm akımının öncü isimlerinden olan Oğuz Atay, ilk postmodern eserini ‘’Tutunamayanlar’’ romanı ile ele almıştır. Bu roman, Türk Edebiyatı içerisinde modernizm akımından postmodernizm akımına geçişi temsil eden önemli bir eser olmaktadır.
Daha sonrasında ‘’Tehlikeli Oyunlar’’ ve ‘’Korkuyu Beklerken’’ adlı eserleriyle okuyucunun hayal dünyasını ele geçirmeyi başararak adından sıklıkla söz ettirmiştir. Postmodernizm akımı çerçevesinde ele alınan eserlerde, olayı sonuca bağlayacak tek bir yargıdan çok, birden fazla olası durum ele alınarak bireyin yorum gücü ortaya konulmaktadır. Olaylar sıradan dediğimiz günlük planda akışta sunulsa dahi, postmodern anlatımda dil oyunlarıyla bir anlam karmaşası hâkimdir.
“Unutulan” adlı eserde bu üslupla ele alınarak, Oğuz Atay’ın “Korkuyu beklerken” adını verdiği, toplamda sekiz öyküden oluşan kitabının içerisinde yer alan kısa öykülerden biridir. Tiyatro oyunu olarak da sahnelenerek beğeni kazanmayı başaran “Korkuyu Beklerken” adlı eser, içerisinde yer alan “Unutulan” adlı öykünün kısa film olarak çekilmiş olmasıyla da izleyici kitlesi oluşturarak dikkat çekmiştir. 1975 yılında ilk basımı yapılan bu eser, Oğuz Atay’ın yayımlanan tek öykü kitabı olma özelliği de taşımaktadır. Ayrıca “Ben tavan arasındayım sevgilim!” sözleriyle başlayan eser, kadının hikâye de eski kitapların bugünlerde çok para etmesinden dolayı tavan arasına çıktığını belirtse de, film olarak sahnelendiğinde; tavan arasında olma sebebinin temizlikçi Emine ablanın, kaldırılan eski giysileri almak istemesinden dolayı olduğunu görmekteyiz.
Farklı sebepler işlense dahi izleyici ve okuyucularda aslında geri de kalmış, üzeri bir sebepten örtülmüş bazı olayları görme isteği uyandırmaktadır. Yukarıya doğru bir elin fener uzatarak kadının karanlığına ışık tutmasıyla izleyiciler, karanlıkta nelerin tozlu raflara gömüldüğünün merakını taşımaktadırlar. Ortamın aydınlanmasıyla kadın, ilk olarak anne ve babasının gençlik resminin yer aldığı tozlu çerçeveyi fark ederek geçmişe hüzünlenmektedir. Ayağına takılan eşyalara baktığında, ayakkabıyla birlikte tozlu bir elbisenin de zamanla unutulan eşyalarda yerini aldığını gören kadının, ilerlemekte zorluk yaşayarak düştüğünü görmekteyiz. Bu durumun tavan arasında yaşanıyor oluşu, aslında zihnimizin karanlık dehlizlerinde anı olarak isimlendirdiğimiz birçok şeyin, simgesel olarak bu şekilde karşılık bularak ele alınmış olduğunu görmekteyiz.
Kadının fark ettiği eşyalardan kolaylıkla sıyrılıp görülen başka eşyalarla hemen bağ kurması da bir yerde zihnimizin, ucu bucağı olmayan düşünceler donatısından oluştuğunun göstergesi olmaktadır. Hatırladığımız herhangi bir şey, zihnin dünyasında başka bir şeyi çağrıştırır diyebiliriz bu noktada. Gezinirken düşmesinin ardından aşağıdan kocasının seslenerek “iyi misin?” diye yoklaması, zamanlar arasındaki geçiş ayrılığını ifade etmektedir. Yaşanılan zamandan geçmiş zamana bir sesleniş olmaktadır.
Bunun sonrasında hikâyenin en çarpıcı yeri olan an yaşanmaktadır. Kadın, bir zamanlar birlikte olduğu eski sevgilisinin cesedi karşısında görmektedir. Korku ve kayıtsızlık arasında duygu karmaşası yaşarken, aslında izleyici ve okuyucuları da anın gölgesinde bırakmayarak o ana dâhil etmek istemektedir. Gerçeklik algısını düşündürtmesiyle de o anı canlı kılmaktadır. Kadın, eski sevgilisiyle yaşadığı tartışmalarının ardından adamın tavan arasında çıktığını bilmesine rağmen türlü sebeplerle hiç oraya çıkmamıştır.
Uzun zamandır çıkmadığı tavan arasında, sevgilisinin bedeninin böcekler tarafından yenmiş olmasına rağmen çürümediği görülmektedir. Bu anla birlikte kadın iç muhasebe yapmaya başlamaktadır ve anlattığı şeylerle bir yerde izleyici ve okuyucudan ipin ucunu bularak hayatında neler yaşamış olduğunu yorumlamalarını istemektedir. Tamamıyla bir imge olan eski sevgilisinin bedeninin, neler yaşamış olduğunu bir yandan sorgularken bir yandan da o an ne sebepten yanına gelemediğini açıklamaya çalışmaktadır. Gündelik işlerin sıradanlığı, geçim derdi, daha mutsuz insanların varlığı gibi sıraladığı sebeplerle aslında bizlerin birçok değeri yaşantımız içinde günden güne kaybettiğimizin mesajını vermektedir.
Bunun yanında unutulanların hatırlanacağı bir zamanın muhakkak olacağını da ortaya koymaya çalışmıştır. “Hayır, gerçekten ölmedi; çünkü ben yaşayamazdım ölseydi (Atay, 2007, S.31).” sözüyle bağlantılı olarak sonrasında onu unutmadığını dile getirmesiyle, aslında eski sevilisinin onun zihninde hep var olduğunu, gerçekten ölmüş dahi olsa onu içinde yaşatıyor oluşunu öykünün sonunda yeni kocasına “Kendi kendime konuşuyordum (Atay, 2007, S.34). “ sözü ile verdiği cevaptan anlamaktayız. ” Unutulan” adlı eser, imgeler üzerinden çağrışım yaparak zihnin derinliklerine inmeyi hedef alan bir öykü olmaktadır. Bundan ötürü detaylı incelenerek okunup izlenilmesi daha iyi yorumlanmasına olanak sağlayacaktır.
Büşra ÖZDAŞ