Öğretmen olmak, iyi öğretmen… Sene 1995… İlkokuldan yeni mezun olmuşum ve içimde hep bir endişe;
Ya kalemden, kitaptan ayrı kalırsam… Ama ilkokul öğretmenime ne kadar teşekkür etsem az; beni okutması için rahmetli babamı çok güzel aydınlattı. Etraftan burası köy yeri, kız çocuğunu okutmak da nerden çıktı baskıları… Ah babam, ah benim canım babam; kimseyi dinlemedi ve zaten sınavına girip kazandığım Yavuz Selim Yatılı İlköğretim Bölge Okulu’na gönderdi beni. Hasret, inanç ve mücadele bundan sonra başladı. Başıma bir yazma verdiler ve ben okuyup “yazma” ya başladım…
Ve nasıl özlüyorum evi, ailemi nasıl özlüyorum… Hele o yemek saatleri. Boğazım ve gözlerim dolu dolu yerdim yemeğimi. Annem… Annemi çok özlerdim. Öyle ki okumayı bu denli isteyen ben ilk hafta sonu tatilinde eve geliyor ve anne ben artık oraya gitmek istemiyorum diyorum. Neden diye soruyor annem. Seni çok özlüyorum çünkü diyorum anneme. Annem de özleme, ben seni hiç özlemiyorum demişti o gün, dün gibi aklımda. Şimdi annemin o cümleyi niçin kurmuş olduğunu çok iyi anlıyorum. Anneler geleceği görebilen en kalender insanlar…
Ertesi hafta adını bile yeni duyduğum dersler başlıyor. Bir sürü ders ve hepsine ayrı bir öğretmen giriyor. Bunu bir fırsat bilip bilimin kucağına bırakıyorum kendimi. Ailem mi? Onları hâlâ deli gibi özlüyorum. Sonra sonra anlıyorum yaşamanın özlem ve acı biriktirmeye alışmaktan başka bir şey olmadığını… Ama iyi insanlar var hayatta; iz bırakan, enerji veren, huzur veren, güç ve teselli veren sıcak bakışlı insanlar…Niye mi? Anlatayım…
Bir dersimiz var adını ilk kez duyduğum. Fizik. Adından bile korkuyorum. Kendimi bildim bileli Türkçe dersini severim ben. Fizik de neyin nesi, nasıl halledeceğim endişesi ilk günlerde. Biliyorum kendimi, bu derse yönelik bir kabiliyetim yok. Ama yetenek sahibi olunmasa da iyi bir öğretmen bir dersi gerçekten başarmanızı sağlayabiliyor. Yıllar sonra büyüsü nedir diye düşündüm çokça. Tek kelime kaldı elimde: Sevmek… İşte hayatıma sihirli değneği ile dokunan Sevim Tultak Öğretmenim burada sahneye çıkmalı….
Bu kadar genç olduğuna göre ilk görev yeridir diye düşünüyorum. Orta boylu, sarı saçlı ve hep şık giyiniyor. Nasıl mı sevdirdi bu dersi bana, daha doğrusu hepimize? İvme, güç, Newton, optik, ışığın kırılması, woltmetre, ampermetre, direnç, sıcaklık… Önce önce çok garip geliyor bu kelimeler bana. Ama öğretmenim öyle masada dikilip soğuk soğuk anlatmazdı bunları… Ya bir öğretmen bir soru sorduktan sonra yanıtlara her zaman mı aferin der, her zaman mı tebrik eder, her zaman mı motive eder ve sıraların arasında dolaşır? Bir öğretmen bu kadar sıcak, medeni ve içten nasıl olabilir? Öyleydi… Hacettepe Üniversitesi’nden mezun olmuş ve zehir gibi fizik anlatıyor ama hep sevgi ile… Yatakhanede uyuyakaldığım bir gün Sevim Öğretmenimin sesi ile uyanıyorum. Alelacele yatağımı düzeltmeye çalışırken önce kahvaltı yapmalısın diyor bana, kaçırabilirsin ve ben ilk kez boğazım ve gözlerim dolmadan kahvaltı yapıyorum. Öğretmen olmak, iyi öğretmen…

Şimdi öğretmen olan ben insanı gerçek bir öğretmen yapan bu çok önemli ayrıntıyı Sevim Ögretmenimden öğrendim. Gerçekten öyle… Ne zaman çocuklar övgü ve sevgi isteyen gözlerle baksa hep Sevim Öğretmenimi anımsarım. Başlarken fiziğin f sinden anlamayan ben lise giriş sınavında yirmi beş sorudan yirmisine doğru cevap veriyor ve bu sayede öğretmen lisesini kazanıyorum ve bu benim fizik sorularına cevap verebildiğim tek sınav oluyor… Sadece bunun için bile binlerce kez teşekkür ederim öğretmenim… Öğretmen olmak, iyi öğretmen…
Ne zaman sınıfın kapısını aralasam, kürsüye geçsem ve orada biraz çok kalsam böyle değil diyorum kendime, böyle olmamalı, Sevim Öğretmen gibi diyorum hep, Sevim Öğretmen gibi… Daha içten, daha ilgi, daha sevgi ile… Bana sadece fizik müfredatını değil nasıl öğretmen olunacağını da davranışlarınızla kazandırdığınız için teşekkür ederim öğretmenim… Sevgi dolu öğretmenliğiniz için teşekkür ederim… Öğretmen olmak, iyi öğretmen…
Bir gün arkadaşımla okulun bahçesinde dolaşıyoruz. Gözümüz Sevim Öğretmenimizi arıyor. Çünkü o artık bizim için sadece bir Fizik Öğretmeni değil; bir öğretmenden daha fazlası; bir idol, bir mucize, ilk görünür bir melek… Az ilerde görüyoruz hemen, diğer öğretmenler ve birkaç öğrenci ile voleybol oynuyor. Mavi bir kot pantolon ve beyaz bir tişört giymiş. Yıllar sonra iyi bir öğretmen olmaya çalışmakla beraber hep kot pantolon giyiyorum ama hâlâ Sevim Öğretmenime yakıştığı kadar yakışmıyor. İlk sınıf öğretmenimiz O oluyor. Bu da ayrı bir şans. Karnenizi onun elinden alıyoruz. Sonraki yıllarda sınıf öğretmenimiz olmak isteyen birbaşka öğretmenimizi nerede ise boğacağız. Nereden çıktı diyoruz, bizi Sevim Öğretmene bıraksın. Üstelik ben Türkçe dersini çok seviyorum. Ve ben yıllar sonra Türk Edebiyatı Öğretmeni oluyor ama Fizik Öğretmenimi unutmuyorum; öğretmen olmak, iyi öğretmen…
Artık hafta sonu tatillerinin bir an önce bitmesini bekliyorum evde. Çünkü okulumda beni medeniyet yolunda ışığı ile aydınlatan öğretmenlerim var, Sevim Öğretmenim var. Öğretmen olmak, iyi öğretmen…
Aradan 25 yıl geçiyor… Mutlaka ulaşmalıyım öğretmenime diyorum, mutlaka teşekkür etmeliyim. Sosyal medyada arayıp buluyorum resmini, hiç unutur muyum, tanıyorum hemen. Hocam, hocam, hocam diye yazıyorum mesajla, beni tanıdınız mı? Canım diyor, Erzurum’dan mı? Daha resmimi bile görmeden. Yanımdaki arkadaşımı bile anımsıyor. Ve yemin edebilirim ki hiç yaşlanmamış. Yıllara böyle meydan okumasının nedeni bence sevgi dolu kalbi… Öğretmen olmak, iyi öğretmen…
O yıllarda Öğretmenler Gününüzü hiç kutladım mı bilmiyorum. Anımsayamıyorum. Şimdi bir eksiği tamamlarcasına, yirmi beş yıl öncesine gidip 6 – D sınıfının o en ön sırasından seslenircesine, bütün sınıf arkadaşlarım adına ve kendi adıma içten, çok içten demek istiyorum: Öğretmenler Gününüz kutlu olsun Öğretmenim… Öğretmenim oluşunuza şükranla…