Kostya Morozov için sabahın gri tonları, ruh haline eşlik eden bir melankoliye bürünmüştü. İşe gitmek yerine, yatağının sıcak kollarına sığınmayı tercih etmişti.
Odaya sessiz adımlarla giren temizlikçi kızın varlığına bile tahammül edememiş, ona anlamsızca bağırmıştı. Ancak kız, Kostya’nın dünyasında suçsuz bir melekten farksızdı; her gece onun sağlığını kontrol eden, her sabah ise ona özenle hazırladığı kahvaltıyı sunan bir melek.
Küçük kız, tıknaz yapısı ve kısa boyuyla dikkat çekerdi. Üzerinde taşıdığı kokular, rahatsız edici bir bulut gibi etrafını sarardı. Stresin pençesinde, tırnaklarını kemirirken yakalanırdı sık sık ve erkeklerin gözlerine bakamazdı. Ancak Kostya Morozov, onun için bir istisnaydı. Onun yanında, dünyanın tüm yüklerinden arınmış ve huzurlu hissederdi. Ne var ki, Kostya’ya duyduğu hisler, karşılıksız bir sevda olarak kalacaktı. Çünkü Kostya için hisler, bu dünyada satın alınabilecek geçici heveslerden ibaretti. Ona göre, hisler yalnızca arzularımızı tetikleyen ve zihnimizde efemera bir mutluluk hissi yaratan basit reaksiyonlardı.
Kostya Morozov’un dünyası, gri bir perde ardında sıkışmış gibiydi. Odasından çıkan kızın ardından ağır bir biçimde doğruldu. Gece içtiği alkolün etkisi hafızasından silinmişti, ancak sabah uyandığında baş ağrısının başka bir sebebi olamazdı. Parmaklarıyla yamalı tişörtünü hafifçe kokladı. Keskin anason kokusu burun deliklerini neredeyse mahvediyordu. İçtiği içki kalitesizdi, bu yüzden kendisine sövmek için yeltendi, ancak baş ağrısı her şeyi mahvediyordu.
Birkaç dakika boyunca karşısındaki çatlak duvarı seyretti. İnsanlar için sıradan bir tablo olabilirdi, ama Kostya için bu oda bir mahzendi, çiçeklerle dolanmış bir mahzen. Ahşap yatağının kenarına tutunarak ayağa kalktı, bedeni titrek bir ceylanın bacakları gibi savruldu. Başının dönmesi yetmezmiş gibi, alkolün bedenine verdiği tepki de onu rahatsız ediyordu. Yatağının hemen sağ arka köşesinde sararmış lavabo bulunuyordu. Üst bedeninden bile küçük olan bu lavabo, Kostya için bir tür arınma noktasıydı. Yüzünü suyla yıkamak istemese de başka seçeneği yoktu. Üşengeçliği ve cimriliği yüzünden bu daireyi kiralamıştı. Yaşlı kira veren, dünyadan kopmuş, ölümü bekleyen bir ölümlüydü. Kostya, bu daireye taşınırken kira verenin ölümünü kolluyordu. Öldüğünde, tüm değerli eşyalarını çalıp kumar oynamayı planlıyordu. Ancak aylar geçmesine rağmen adam bir türlü ölmüyordu, ve bu durum Kostya Morozoviçin sinir bozucu bir hal almıştı.
Yüzünü yıkadıktan sonra, Kostya Morozov’un bedeni ürkek bir titremeyle sarsıldı. Kendine gelmişti artık, fakat günün geri kalanında ne yapacağına dair en ufak bir fikri yoktu. İş hayatının monotonluğundan uzak, sokaklarda bekleyerek burjuvaların cebinden değerli eşyaları ustalıkla çalarak geçimini sağlıyordu. Akrobasi konusunda doğuştan gelen bir yeteneği vardı; elleri hızlı, hareketleri çevikti. Ancak hayatın rus ruleti oyununda, bu sefer şans yine ondan yana değildi. Kafasına isabet eden 9mm’lik kurşun onu fiziksel olarak öldürmese de, ruhen süründürmeye yetmişti. Aynasızlar, mahallesinin her köşesinde cirit atıyordu artık. Eskisi gibi serbestçe hırsızlık yapamıyordu ve son günlerde midesine tek bir lokma bile girmemişti. Alkolün etkisiyle bazı sinirleri artık tepki bile vermiyordu. Yatağına geri oturdu ve içinden, “Ah benim aptal kafam! Hizmetçi kızın getirdiği aş ve çayı almalıydım,” diye serzenişte bulundu. Ancak bunu yapamazdı; gururlu bir insan olarak, hırsızlık yapmayı başarabilen nadir insanlardan biriydi.
Odasına gelen kızı bugüne kadar sadece bir hizmetçi zannediyordu, ancak dün öğrendiği gerçek onu daha da şaşırtmıştı. Hizmetçi sandığı kız aslında kapı komşusuydu ve bir insanın onunla bu kadar ilgilenmesi, onu önemsemesi, Kostya’yı derinden etkilemişti. Bu ilgi, onun yalnız dünyasında beklenmedik bir tatmin kaynağı olmuştu. Gün ağarırken, Kostya Morozov’un içindeki çatışma, sabahın sessizliğinde bile yankılanıyordu. Kapı komşusuyla yaşayabileceği yasak bir ilişkinin düşüncesi, onun vicdanını kemiriyordu. Bu düşünceler, bir iblisin fısıltıları gibi zihninde dolaşıp duruyordu. Ancak, her seferinde bu düşünceleri bastırmayı başarıyor, kendini daha yüksek bir ahlak anlayışına çağırıyordu. Üzerindeki eski kıyafetlerini değiştirmeye bile tenezzül etmemişti; bu, üşengeçliğinden değil, başka seçeneği olmadığındandı. Üzerindeki yıpranmış ceketi, hizmetçi sandığı genç kızın el emeğiyle yamalanmıştı. Karşılığında verebileceği hiçbir şey olmadığını söylemiş, ancak kız bu durumu umursamamış ve yıpranmış elleriyle ceketi onararak Ivanoff’a geri vermişti.
Kalktı, ne yapacağını ya da nereye gideceğini bilmeden, sokağa atılma dürtüsüyle kapıya yöneldi. Kapıyı araladığında, öfkeyle dolu geçmiş anılarını hatırladı. Kapıdaki çukurlar ve kan izleri, geçmişin şiddet dolu anlarını canlandırmaya yetiyordu. Gevşemiş kapı kulpunu kavrayarak kapıyı araladı ve beton merdivenlerden inmeye hazırlandı. Ancak tam o sırada, başına gelebilecek en kötü şey gerçekleşti: biri onunla sohbet etmek istiyordu. Kapı komşusu olan genç kız, çöpleri dışarı çıkarmak için oradaydı. Elindeki büyük siyah çöp poşeti, görevini işaret ediyordu. Ve tahmin edileceği üzere, Kostya Morozov’a hitaben gevezelik etmeye başladı.
“Merhaba Bay Ivanoff, son günlerde oldukça huysuzsunuz, sinirleriniz de oldukça gergin. İsterseniz size rahatlatıcı bir bitki çayı demleyebilirim, ne dersiniz?” dedi nazikçe. Bu sözler, Kostya Morozov’un kalbine dokunmuştu. İçindeki arzuyu hissediyordu; ancak bu, gerçek bir duygu değil, sadece genç kızın sunduğu nazik jestlere olan bir özlemdi. Bu gerçeği kabullenerek, sessizce geri çekildi ve tek kelime etmeden merdivenlerden inmeye başladı. Giderken, genç kızın hüznünü hissedebiliyordu. Yalnızlığı, acı bir gerçek olarak ortadaydı ve sevgi arzuluyordu. Ancak bu sevgiyi ona verecek kişi Kostya Morozova değildi. Ve bu gerçeği kabullenmek, onu pişmanlıkla dolu bir yaşama mahkum ediyordu.